Kayıp ve Kaçak Ma’na
Zaman geçtikçe kayıplarımız artıyor. Anı yaşa diyenlere rağmen artıyor. İnsan kaybı, zaman kaybı, hafıza kaybı, işitme kaybı derken ma’nayı da kaybediyoruz yavaş yavaş. Çünkü maddeyi hafife almak ya da onu görememek ma’naya büyük zarar veriyor.
Ma’na, geçmişte varlığı harekete geçiren en önemli bir güç olmuştur. Şimdi de öyledir. Ma’nayı ayakta tutan güç ise kelimedir. Kelime, sadece kelimeyi bilmeyen, kavramayan, onu varlık âlemine sokmayanın meselesi değil okuyanın da temel meselesidir. Gelin, Ahmet Haşim’e kulak verelim ki bu temel meseleye çözüm bulalım. Haşim’in “Merdiven” şirine bir göz atalım:
“Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden
Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak
Ve bir zaman bakacaksın semaya ağlayarak”
Bu kelimelerin hepsinin de halis muhlis Türkçe kullanımları vardır. Fakat bu kelimelerle temas derecemiz amiyanedir. Eskilerin deyimiyle “ilme’l-yakin” derecesinde bile değildir. İlk etapta bakar geçeriz. Oysaki şairin merdiven istiaresiyle (imge) anlatmaya çalıştığı şey hayat yoludur. Bir yığın yaprağın dökülmesi ise ömür ağacından gün gün hayatın sonuna yaklaşıyor olmamızdır. Bu metaforu eskiler, “kumaştan çalan terzi” istiaresiyle de anlatıyorlardı. Biz de terziler gibi ömür kumaşımızdan her gün çalmıyor muyuz?
Kelimelerin metaforuna yani istiaresini unuttuk. Şimdi ise ma’nalarından uzaklaşıyoruz. Kelimeler ki bir bir hayal dünyamızdan ve dağarcığımızdan uzaklaşıp gidiyor. Bir çiçeğin adını, bir böceğin adını içselleştiremeyen çocuklarımız var. Hilale bakarak “anne bak havada muz gördüm” diyen çocuk bence en mutlu çocuktur. Ama öğretmeninin okuduğu bir masalı daha doğrusu masalın içinde geçen “hanımeli” kelimesini “dün marketten aldığım büsküvi” diye tasavvur eden çocuklar var. Bu durum, eğitimi ne olursa olsun o çocukların geleceği açısından kayıp ve kaçak bir ma’na oluşturmuştur.
Kelime, bir biçime girdiği ölçüde anlam kazanır. Duymak istemediğimiz belli belirsiz gürültüler, çevremizdeki renkler ve şekiller estetikten yoksun olduğu ölçüde farkına varılmaz. Büyük düşünce adamı “İsmet Özel’in Bakanlar ve Görenler” kitabını okuyanlar bilirler. Yamuk bakan, tek gözle bakana karşı değildir O. Evet bunlar hakikati eksik görebilir. Hakikat yani kelime… İsmet Özel’de, “her insan bir dünya” düşüncesi yerini “her kelime bir dünya” düşüncesine bırakıyordu. Bu nedenle o, "Dünyaya bakmayı aşıp dünyayı görme noktasına ulaştığımızda neye talip olmamız gerektiğini de anlarız." Diyordu.
Bir hayalden model oluşturmak gibidir kelimelerin gizemli dünyası. Hiç unutmam, ortaokul yıllarımızda hocamız resim dersinde “resmedeceğiniz bir hayaliniz olsun.” Derdi. O zamanlar biz hayal nedir bilmezdik. Hayalet Avcıları ile de daha tanışmamıştık. Şimdi iyi anlıyorum. Hayalini kuracağımız imgenin, kavramın ya da olayın arka planında ma’na var, anlam var. Ve bu anlamın felsefesi var. Ma’na, kelimeye şuurlandırıcı bir nitelik taşıyor. Bugün ma’nadan yoksun madde arayışı, Batı’nın teknolojik dramının bir ürünüdür. Bu yüzden kelimelerimizde ne metafor ne de ma’da kalmıştır. Kayıp ve kaçak ma’na dedikleri budur her halde.