Kayıp Şair
Şiirle ilk ünsiyetim
ortaokul yıllarında başladı. Henüz 13 yaşımdaydım ve Şanlıurfa’da gurbet hayatı
yaşıyordum. Şair olmak için bahane hazır ama bu o kadar kolay değil. Özene
bezene ilk şiirimi yazdım ve İstanbul’da bir günlük gazeteye yolladım. Hayret,
bir süre sonra yayımlandı. Şaşırdım, afalladım önce, sonra heyecanlandım ve çok
sevindim. O gün bayideki bütün gazeteleri almış ve arkadaşlarıma hediye
etmiştim. Şu gizemli sözü söylemeyi de ihmal etmemiştim: “Gazetenin ikinci sayfasına
dikkatli bakın, sizi bir sürpriz bekliyor.”
Sonra şiirin zorluğunu
fark ederek nesre yöneldim. Düzyazı bana daha cazip gelmişti. Denemeler,
hikâyeler ve fikir yazıları… Bilmem kendime “kayıp şair” diyebilir miyim? Türkiye gazetesinde halef-selef olduğumuz
değerli kardeşim Özcan Ünlü’nün yeni kitabı Benim
Kayıp Şairlerim adını taşıyor. Çıra Edebiyat’tan çıkan eserdeki yazıları daha
önce dergilerde okumuş ve sevmiştim. “Padişahından çobanına şair millet”
olduğumuz kesin. Kıymetli ağabeyim Gürbüz Azak, bir dost meclisindeki sohbeti
esnasında “Bizde her dört kişiden beşi şairdir.” demişti de hazirun bu söze
tebessüm etmişti. Ama doğrusu hakikat bu!
Şair kaybolur mu? Yoksa
şair, şiirini mi gizler? Belki de saklanma ihtiyacı hissetmiştir. Bakalım
yazmadığı zamanlar onu arayıp hatırlayan çıkacak mı? “Şiiri niçin bıraktın
birader, neden yazmıyorsun?” diye seslenen olacak mı? Size bir sır vereyim mi?
Sır değil aslında malumu ilam: Neredeyse bütün edebiyatçılar şiirle işe başlar,
sonra türünü seçer. Kimi şiirin ardını bırakmaz, kimi terk eder. Bu mizaç
meselesi. Şiir yazabilmek için önce şair fıtratlı olmak gerek.
Gazeteciliğinin
getirdiği geniş çevre ile edebiyat dünyasını iyi takip eden, dergileri sıkı
şekilde izleyen Özcan Ünlü, anlamlı ve hoş bir konuyu yakalamış. Bir zamanlar
şiir yazmış olan, hatta şiir kitabı çıkaran şair arkadaşlarını edebî bir vefa
duygusuyla, kadirbilirlikle arıyor ve onları yeniden göreve çağırıyor. Farklı
alanlara geçseler de şair dostlarını, şiiri bırakmamaları için bazen uyarıyor,
bazen de âdeta yalvar/yakar biçimde ‘Lütfen şiire dönün, şiire yani kalbinize!”
diyor.
Haksız mı? Bence değil.
Bir zamanlar şiir yollarında hem nefes hem de kelime tüketmiş olan heybesi dolu
nice şairler var ki sırra kadem bastı. Şiir vadisinde var olan hevesleri
kırıldı, sesleri kısıldı, nefesleri tükendi? Niçin acaba? Daha cazip türleri mi
yakaladılar? Yoksa bürokrasinin çarkları arasına mı girdiler? Belki de evladü
iyal uğruna ‘medar-ı maişet motoru’nu yüzdürmek adına şiir sahilinden
uzaklaştılar. Her birinin kendince bahanesi, belki de haklı gerçekçesi var,
bilinmez. “Şiirin karın doyurmadığını” söyleyenler de olabilir, artık iyi şiir
yazamadığını düşünenler de… Kimisi de şiirin mecrasının değiştiği kanaatinde: “Artık
sanat, medyanın güdümünde. Popüler olmayan sanatçının değil ayakta, hayatta
kalması mümkün değil.” diyenler de var. Öyle veya böyle ama Özcan Ünlü, yine de
yola birlikte çıktığı şair dostları ile şiirlerini okuyarak yazmaya başladığı üstatların
şiire avdet etmesini, iştiyakla, canıgönülden istiyor.
Hadi meseleye farklı
bir pencereden bakalım. Gençlik yıllarında şiir yazanlar, daha sonra niçin
nesre yöneliyor? Şiirin özünü teşkil eden romantizmden ve duygu ortamından
uzaklaştıkları için mi? Meçhul! O zaman ömürlerinin sonuna kadar şiirin
yakasını bırakmayan o büyük ustalara ne demeli? Yahya Kemal, Necip Fazıl, Faruk
Nafiz, Fazıl Hüsnü, Sedat Umran ve Bekir Sıtkı Erdoğan gibi iyi şairler, niçin
şiir perisinin aşkından bir türlü vazgeçemediler?
Yıllar önce birçok
meşhur şairimizle şiirleri üzerinde röportajlar yapmış ve bunları Şiirimizden Portreler kitabımda
toplamıştım. Şuaramız, şiire başlayış maceralarını, ustalarını, sevdikleri ve
etkilendikleri şairleri bir bir anlatmışlardı. Şimdi Yazı Kursu’mdaki
talebelerimden şiire meraklı olanlara bu kitabı tavsiye ediyorum. Çıraklar
ustaları tanımalı ki mesafe alabilsin, merhale kat edebilsinler.
Bana “En değerli
şairler kimlerdir?” diye sorarsanız şunu derim: “Yaşadığı devrin acılarını
görebilenlerdir. Zulümlere mısralarıyla karşılık verenlerdir. Çağlarının önce dikkatli
tanığı sonra rikkatli vicdanı olabilenlerdir.” Bir şair, milletinin, ümmetinin
ve bütün insanlığın dramlarını görmezden geliyorsa en parlak mısralara imza
atsa ne çıkar? Mehmed Âkif Çanakkale’yi, İstiklal Harbi’ni, Millî Mücadeleyi
şiirleştirmeseydi sadece Safahat ile
bu kadar çok sevilebilir miydi? Yerli-millî olmak, hamasi bir söz değil tek gerçek!
Kitapta şiir
serüvenleri birer deneme tadında anlatılan şairlerin listesini verirken Özcan
kardeşimi yürekten kutluyorum. Faydalı, hayırlı ve gerekli bir çabanın içine
girmiş. İnşallah rüyası ve hülyası tahakkuk eder ve çağrıda bulunduğu eski/mez
şairler, yeniden şiire yani evlerine dönerler. İşte aranan ‘kayıp
şair’lerimizin listesi: Osman Sarı, rahmetli D. Mehmet Doğan, Mustafa Kutlu,
İhsan Sezal, Beşir Ayvazoğlu, Ahmet Kot, Ahmet Sıvacı, Mehmet Ali Bulut, Âlim
Kahraman, Mustafa Çelik, Ahmet Tezcan, Hüseyin K. Ece, Ömer Erinç (Duran Boz),
Cafer Turaç, Mustafa Yürekli, Gıyasettin Ekici, Ahmet Veske, Yılmaz Daşçıoğlu,
Mehmet Akif Kireççi, İdris Özyol, Bedri Gencer, İbrahim Kiras ve Hakan
Albayrak. Aşina şairlerimizin bu kutlu geçidini ve kitapta yaşatılan şiir
şölenini kaçırmayın derim.