Kayıp Anahtar
Güzellikleri kaynağından edinme bahtiyarlığındaki ashabın yaşadıkları…
Her biri bugünün en büyük âlimlerinden milyon kat âlim olan Müslümanların aralarındaki ihtilafları “karşılıklı görüşmeler ve sulh yoluyla” çözüme kavuşturamaması…
Ve sonrasında yaşanan yürek parçalayıcı hadiseler…
“Güçler çatışması”nın kaçınılmazlığına işaret ediyor tarihin her safhası.
Her toplumun yapısına, kültürüne göre şekil değiştiren tanımsız “demokrasi”nin, çarpık “adalet” anlayışına kilitlenmiş günümüz dünyasında da devam ediyor çatışmalar…
İnsanları “dünyevi çıkar ilişkileri” çerçevesinde konumlanmaya teşvik eden küresel sömürü düzeninin bir yerindeyiz.
‘Cuma Hutbesi’nde “Faizin her çeşidinden uzak durulması” tavsiye edilse ve “Aksi Takdirde Cehennem Ateşi!” ikazında bulunulsa da, yollar bir şekilde “tefecilere” çıkıyor.
Faiz batağındaki bir dünyanın bu parçasında “hep güzellikler olsun” diyen de haliyle çoğu vakit hayâl kırıklığına uğruyor.
Mesele, elden gelen gayreti sonuna kadar ortaya koymakta…
Yoksa…
Var işte, “her şey” var bu dünyada.
Tefekküre buyurunuz:
Herkesin kendince bir “iç muhasebesi” var.
Bir dostum…
Dostluğundan emin olduğum bir dostum…
“Ne olacak, ne bitecek, bu işler nereye varacak?” diye dertli mi dertli bir sohbet faslının tam ortasında…
Dedi ki;
“Taşıyamayacağımız yükün mesulü değiliz. Şer gibi gördüklerimizde hayır olabilir. Nereden kazandığıma ve nereye harcadığıma elimden geldiğince dikkat ediyorum. Gıybetten mümkün olduğunca uzak kalmaya çalışıyorum. Kalp kırmamak için ‘lâ havle’ çekiyorum. Ayaklarım yanlış taraflara meylettiğinde, sırât-ı müstakîme çevirmesi için Allah’ıma dua ediyorum.
Bir de…
Namazlarımı hakkıyla edâ etmeye çalışıyorum.
Bütün bu konularda kalben mutmain olmamışken, diğerlerini fikir ve zikir gündemimin merkezine yerleştirmeyi de uygun görmüyorum.”
Böyle dedi…
“Bilinen fıkrayı burada tekrar edeyim müsaadenizle”yle devam etti:
Meşhur “kayıp anahtar” fıkrası…
Rahmetli Nasrettin Hoca kaybettiği ev anahtarını kapısının önündeki bahçede ararken, komşuları da yardım etmek gayesiyle katılır kendisine.
Saatlerce uğraşılmasına rağmen anahtar bulunamayınca…
Biri der ki:
-Hocam, anahtarı bahçede kaybettiğinize emin misiniz?..
-Hayır, samanlıkta kaybettim!
-Peki, o zaman niçin samanlıkta aramıyoruz?
-Çünkü orada bulmamız imkânsız!
Fıkrayı hatırlatan dostum dedi ki:
“Anahtarı kaybettiğin yerde arayacaksın!”
Şimdi…
Tefekkür etmeli:
“Anahtarı nerede kaybettik ve nerede arıyoruz?”
Şahane bir tespit, Merhum Yunus’tan:
“Derdi dünya olanın dünya kadar derdi olur!”
Dünyayı bu kadar büyütmesek, dünyanın birçok derdi zaten çözülecek belki de…
Gözünde ne kadar çok büyütürsen, dünya menfaati için yapmayacaklarının sayısı azalıyor.
Hukuklar hoyratça çiğneniyor, bir fincan kahvenin hatırı da hiçe sayılır oluyor.
Biraz daha az “hırslı”, biraz daha az “öfkeli” olabilir miyiz acaba?..
“Hilm ve teenni.”
Ne güzel.
Ah şu medya dünyası:
Bir sadist ruh, bütün âlemi birbirine düşürüyor…
Bir lanetli ruh, milyonlara teşmil ediliyor.
Başta taraflarda ise, bambaşka işler…
“İyice birbirlerine düşsünler, birbirleriyle uğraşırken öyle bölünsünler ve enerjilerini öyle tüketsinler ki…” diye bekleyenler…
Burada…
“Derdi dünya olanın dünya kadar derdi olur!”dan ilham alarak “kulisçilik” yapmamakta…
Merhum Erzurumlu İsmail Hakkı Hazretleri’nin sözlerine kulak vermekte fayda var:
“Mevlâ görelim neyler,
Neylerse güzel eyler…”
Amenna!..