Kaygı çağının yükselişi
İçinde
yaşadığımız çağ, giderek insani kaygıların arttığına dair kuvvetli sinyaller
vermeye devam ediyor. Bu durumun hangi bileşenler etrafında oluştuğu ve insana
nasıl tebelleş olduğu temel dinamikleriyle analiz edilmediği sürece, göründüğü
kadarıyla insan şifasını yine sorunu üreten mehazlarda aramaya devam edecek gibi
durmaktadır.
“Kaygı”
kavramı postmodern zamanların gelmesiyle insanın içsel süreçleri ve gündelik
ilişkilerinde derinleşen bir boyut kazanmış görünmektedir. Bu bağlamda “kaygı”
kavramını netleştirebilmek açısından farklı okumaların konusu kılarak analiz
etmek faydalı olacaktır. Burada üç farklı bileşeni dile getirebiliriz.
Birincisi,
İnsanoğlunun akan hayatında her dönem insanlar kaygı yaşayabilir. Bu açıdan
kaygının sadece tarihsel bir döneme sabitlenmesi doğru değildir. Ancak
modernliğe geçişle birlikte “kaygı” düzeyinin artışı modernizmin nitelikleriyle
bir şekilde ilintilidir. Bilindiği üzere premodern dediğimiz dönemde insanın
statüsü, konumu, dünyada bulunuşuna ve dair
nedenlere dair bir belirsizlik söz konusu değildi. Dolayısıyla “anlam” problemi
bugünkü gibi bir kriz ifade etmiyordu ve buna rağmen ortaya çıkan
belirsizlikler “Tanrı” düşüncesi ile tolere edilmekte idi.
Modernizmin
en temel niteliği insanın dünyayı eski referans sistemi olmadan (ki burada
Tanrı önemli bir rol oynamakta idi) yeniden kurabileceğine dair inançtır. Bu
durum bir yandan insan ile eşya arasında yarattığı dualiteler üzerinden
“Tanrı”nın aradan çekip alınmasıyla oluşan yabancılaşma; diğer yandan insanı
bölerek onun parçalarını birbirinden bağımsız hedeflere seferber eden bakış
açısı ile kaygıları sürekli beslemiştir. Sonlu ve sınırlı bir varlık olan
insanın kaygılarını aşabilmesinin yegane imkanı ise, sonsuz ve sınırsız Tanrı
olacaktır.
Modernizminsan
için geleceğe dair son derece pozitif senaryolar yazdı ve hatta sıkça
kullanılan tabiriyle “cenneti yeryüzüne indirme teşebbüsü” olarak tanımlandı. Fakat
geçen yüzyılda yaşanan savaşlar ve Auschwitz pozitif senaryoları bir kuşkuya
çevirdi ve hatta giderek ciddi bir kaygı doğurdu. Modernizmin yarattığı diğer
kaygı unsuru ise bu durumda onun totaliter vasfından kaynaklanmaktadır.
Modernizmin
bu yara alan unsurlarını sarmak üzere devreye giren postmodernizm, oluşturduğu
görelilik zemininde bir özgürlük alanı oluşturuyor görünse de, son kertede
postmodernizmin karakteristiği belirsizlikleri beslemesidir. Belirsizlikler postmodernliğinmerkezsizliğinden
çoğalan seçeneklerin “doğru”luk ve “yanlış”lık statüsünün belirlenememesi ile
doruk noktasına ulaşmaktadır.
Bunun
siyasetteki yansıması tüm dünya coğrafyasında istikrarlı istikrarsızlıklar
oluşturmaktadır. Bir başka deyişle, egemenlerin sürekli istikrarsızlık alanları
(=çatışma, gerilim vb.) oluşturarak kontrol sağlamaya çalışmalarıdır. Doğrusu
pandemiden sonra şimdi Rusya-Ukrayna savaşı ve ardından Doğu’da başlaması
muhtemel krizler, dünyayı bir mühendislik olarak yönetmenin temel araçları
haline gelmiştir. Anlaşılmaktadır ki, bu istikrarsızlıklar sürekli
kılınacaktır.
Bu
durum dünya ekonomisinde ciddi olarak parasal genişleme ile birlikte borçlanma,
enflasyon, krizler şeklinde kendisini göstermektedir. Küreselleşme ile birlikte
gelir dağılımı adaletsizliği ciddi olarak büyürken, çok zenginlerin dışında tüm
dünya insanları yoksullaşmakta ve ucuz işçiler olarak konumlandırılmaktadır.
Tüm
bu yaşananlar gerek bireysel gerekse toplumsal düzeyde kaygıları artıran ve
derinleştiren faktörler olarak devreye girmektedir. Bir yanda epistemik
propaganda haline gelen ekranlardan sunulan vaatler, diğer yandan hayatta yaşanan
gerçeklikler arasındaki mesafe ve gerilim ile yaygınlaşan amaçsızlık insanların
geleceğe doğru pozitif projeksiyon geliştirmelerini imkansızlaştırmaktadır.
Verilere göre kaygının (anksiyete); buna bağlı olarak doktorlara ve ilaçlara
başvurunun artışı ciddiye alınmalıdır.