Kaybettikten sonra bulmak
“Herhangi birinizin
tövbe etmesinden dolayı Allah Teâlâ’nın duyduğu hoşnutluk, ıssız çölde giderken
üzerindeki yiyecek ve içeceğiyle birlikte devesini elinden kaçıran, arayıp
taramaları sonuç vermeyince deveyi bulma ümidini büsbütün kaybederek bir ağacın
gölgesine uzanıp yatan, derken yanına devesinin geldiğini görerek yularına
yapışan ve aşırı derecede sevinen adamın sevincinden çok daha fazladır.” (Hadis-i Şerif)
Yaşadığımız
günün tekrarını bir sonraki gün de aynı şekilde yaşıyorsak hayatımızda bir
şeyin değişmeyeceği gibi yaşadığımız durumun da bize katacağı bir şey olmuyor.
Klasik ve tek düze bir yaşantı içerisinde dönüp durmak rutinin dışına çıkmamak
sahip olduğumuz nimetlerin de farkına varamayışımızın nedeni oluyor.
İnsan,
yaratılmışlar içerisinde en üstün şekilde yaratıldığı halde bunu fark etmeden
ve bir lütuf olarak kabul etmeden yaşamaya devam ettiği müddetçe sıradanlaştırdığı
hayatının kıymetini asla bilemeyecektir. Her şeyin dört dörtlük olduğu bir
sistemde bir zaman sonra ruh içten içe sıkılacak ve yaşanılan hayattan tat, tuz
alamayacaktır. Hani psikologlar hastalarına “Kendi dışına çıkıp oradan kendinize bakın.” diye telkinde
bulunurken sahip olduğumuz cevherlerin ne denli kıymetli olduğunu keşfetmemize
ışık tuttuğu gibi insanın da kendisine lütfedilen güzellikleri fark edebilmesi
için dış göz ile kendisine bakması
gerektiği bilinmelidir.
Çoğu zaman “kıymet bilme”yi kaybettikten sonra
idrak ediyor insan. Her zaman yanında olan şeyin asla yitmeyeceğini, elinden
gitmeyeceğini düşünerek ve kendisini onun sahibi zannederek sahip olunan şeye hak
ettiği kıymeti ve değeri vermiyor insan. Ama kaçan balığın büyük olduğunu kaçtıktan sonra anlıyoruz.
Elimizdekilerin
kıymetini bilmek için bir “düşüşe” mi
uğramamız gerekiyor? Bir şeyin değerini illa kaybedince mi anlayacağız?
Maalesef öyle oluyor. Hayatın olağan düzeni içinde yaşayıp giderken bir
düzensizlik bizi buluverince o düzenin değerini anlıyoruz.
Yukarıda
bahse konu hadis de bunun en güzel örneklerinden biri. Sahip olduğu her şey
elinin altındayken bunu kendi hakkıymış gibi gören insan
aslında bunun kendisine bahşedilen bir nimet olduğunu ve
önemini kaybettikten sonra anlıyor. Onu tekrar bulunca ise duyduğu sevinç ilk
durumundan kat be kat daha fazla oluyor.
Bu hadisi
içinde bulunduğumuz durum açısından değerlendirdiğimiz zaman bundan yaklaşık
bir yıl öncesine kadar normal düzeninde yaşadığımız hayatta her şeyi sıradanmış
gibi yaşarken, yaşadığımız hayatın bize bahşedilen bir nimet olduğunu gözle
göremediğimiz küçücük bir virüs öyle
bir hatırlattı ki, şimdi nefes alıp verebildiğimize bile şükreder olduk.
Önceleri
hafta sonlarını iple çekip bir nebze de olsun yoğun iş tempomuzdan kurtulup
dinlenebileceğimizi ümit ederken şimdi ise pazartesi olsa da şu esir hayatından
bir an evvel kurtulalım diye düşünür olduk. Virüs illetine yakalanmamak için
maske, mesafe hijyen üçlüsünü hayatımızın ayrılmaz bir parçası haline getirdik.
Nefes alıp verebilmek için nefesimizi kendi içimizde tutmaya başladık. Dostlarımızla
karşılıklı içtiğimiz bir bardak çayın kıymetini daha iyi anlar olduk. Velhasıl
daha bir yıl öncesine kadar hayatımızda rutin olarak yaptığımız eylemlerin
bizim için ne kadar kıymetli ve önemli olduğunu kaybettikten sonra daha iyi
anladık. Bu idrake erebilmek için kaybetmek gerekiyormuş.
Gün gelip de
bu günler Allah’ın izniyle geçtiği
zaman bize bahşedilen nimetlerin bizim için ne kadar büyük lütuf olduğunu
anlayıp bu minvalde bir hayat sürebileceksek bugün içinde bulunduğumuz düşüşün işte o zaman bir anlamı
olacaktır. Yenilirken yenilenebildiğimiz
müddetçe yaşadığımız mağlubiyetler hanemize galibiyet olarak yazılacaktır.
Kaybettikten
sonra bulunan şeyin kıymeti ilk halinden her zaman daha fazla olacaktır. Kim
bilir cennetin kıymetinin tam anlamıyla bilinebilmesi için Hz. Adem’in oradan
çıkarılması gerekiyordu. Ve şimdi Cennet kaybedişimizden sonra bizim için daha
da kıymetli oldu.
Burada
unutulmaması gereken en önemli husus ise düşüşün akabinde yeniden doğrulan
insana düşen en büyük görev hala kapanmamış olan tövbe kapısından geçerek Allah’ın
rahmetini ümit etmesidir. Çünkü yaşatan da O, öldüren de O, kaybettiren de O,
bulduran da O. “O, ol der ve her şey oluverir.” O’nu kaybeden neyi bulsa boş,
O’nu bulana ise her şey hoş.
Ne mutlu ki, kaybettikten sonra bulduğunun kıymetini bilenlere.