Kaybettiklerimiz…
Yüce Allah (c.c.) insanı iki boyutlu yaratmıştır. Maddi ve manevi olan yönüyle insan diğer varlıklardan farklıdır. Maddi yönüyle yemeye, içmeye, nefes almaya ihtiyacı vardır. Bunlar olmazsa ayakta duramaz, yaşayamaz. Manevi yönüyle de inanca, imana ve ibadete ihtiyacı vardır. Bu yönünü de aksatırsa manevi olarak çöker. Maddi yönüyle dünyaya, manevi yönüyle ukbaya dönüktür.
Toplum olarak gidişatımız manevi
değerlerden öte maddi değerler üzerine artmakta, değerlendirmelerimizi dini
kıymetler üzerine değil de dünyevi değerler üzere kurmakta ve beklentilerimizi
de ilahi kaynaklardan değil de yaratılanlar üzerine ihdas etmekteyiz. Bu
yönümüzle gittikçe dünyevileşen toplumumuz maddi ve manevi olarak
zayıflamaktadır. Efendimiz (s.a.s) buyuruyor ki: “Kimin bütün hedefi dünya
olursa, Allah iki gözünün arasına (dünyanın) fakirliğini koyar, işlerini de
darmadağınık eder. Netice olarak, dünyadan da eline, kendisine takdir edilmiş
olandan fazlası geçmez.” (Tirmizi)
Önce Kur’an ve Sünnet’ ten yüz
çevirdik. Tüm sosyal hayatımızdan Kur’an’ı çıkardık. Allah’a (c.c.) değil de
insanlara bel bağladık. Peygamber efendimizin sünneti hiç aklımıza gelmiyor.
Hatta sünnette neymiş diyecek kadar ileri gittik. Rabbimiz buyuruyor ki: “Her kim de benim zikrimden (Kur’an’ımdan)
yüz çevirirse, mutlaka ona dar bir geçim vardır.” (Taha 124) Kur’an ve
Sünnet’ ten yüz çevirince de rızkın sahibinin Allah olduğunu unuttuk.
İnsanların memnuniyetini öne aldık. İnsanlar ne der diye işlerimizi ona göre
düzenledik. Hâlbuki rızkı veren de alan da Allah’tır. (c.c.) Rabbimiz buyuruyor
ki: “Kullarından dilediğine rızkı genişleten, dilediğine de daraltan
Allah’tır” (Sebe 39) Rızkın sahibini unutunca bunca nimetin kadrini bilemez
olduk. Her türlü nimete karşı nankörlükler başladı. Elimizdekinin kıymetini
bilemeyince onlardan da mahrum olmaya başladık. Sadece mahrum olmakla kalmayıp
akabindeki sıkıntıları da göremez olduk. Çünkü Rabbimiz buyuruyor ki. “Andolsun, eğer şükrederseniz elbette size
nimetimi artırırım. Eğer nankörlük ederseniz, hiç şüphesiz azabım çok
şiddetlidir.” (İbrahim 7) Nimete karşı şükrümüz olmayınca da israfın içine
düştük. İsrafın bir toplumu yakıp yıkan en büyük felaket olduğunu unuttuk.
Rabbimiz buyuruyor ki: “Yiyin, için, israf etmeyin, şüphe yok ki o,
müsrifleri sevmez.” (Araf 31) Bu ilahi emre uymayınca bolluğun ve bereketin
yerini kıtlıklar alır. Kıtlıklar maddi açıdan ziyade aslında manevi açıdan
zuhur etmeye başlar. İlahi değerlerden uzaklaştıkça haram ve helal kavramlarından
da uzaklaştık. Küçük günahları önemsemez olunca büyüklerini küçük görmeye
başladık. Toplumda günah yaygınlaşmaya başladı. Ekranlarda, gazete
manşetlerinde, sosyal medya mecralarında her tülü çirkeflik normal hale gelmeye
başladı. Bu da bizi belaların içine sevk etti. Her gün kavgalar, çekişmeler,
sapkın faaliyetler, adam öldürmeler, saldırılar, boşanmalar, aldatmalar haber
manşetlerinde yer almaya başladı. Rabbimiz buyuruyor ki: “Size gelen her bela ve musibet, kendi
günahlarınızın cezasıdır. Bununla beraber Allah birçoğunu da affederek sizi
musibete maruz bırakmaz.” (Şura 30) Toplumumuzda helal ve haram hassasiyeti
azaldı. Fakir ve yetim hakkı korunmaz oldu. Dünya malı sevgisi artınca ahiret
hazırlığı unutuldu. Rabbimiz buyuruyor ki, “Hayır! Doğrusu siz yetime ikram
etmiyorsunuz, yoksulu yedirmeye birbirinizi teşvik etmiyorsunuz. Haram helâl
demeden mirası yiyorsunuz. Malı aşırı biçimde seviyorsunuz.” (Fecr 17-20)
Ticaretimizde hile ve aldatmalara yöneldik. Yalan yere yeminlerle
kazançlarımızı elde etmeye başladık. Ölçü ve tartıda aşırıya kaçtık. Rabbimiz
buyuruyor ki: “Ölçüde ve tartıda hile yapanların vay haline” (Mutaffifin 1)
“Ey iman edenler! Karşılıklı rızaya dayanan ticaret dışında, mallarınızı
aranızda haksızlıkla yemeyin.” (Nisa 29) Gözümüz karardı ve dünya malından
başka bir şey göremez olduk. Bu da bizi yanlışa, haksızlığa ve adaletsizliğe
itti.
Allah’ım! Bize verdiğin bütün
nimetlere hamdolsun! Bizlere hayırlı işler, helâl ve bereketli kazançlar nasip
eyle. Günahlarımızı rahmetinle af ve mağfiret eyle!