Kaybedilen kimliğimizi arıyoruz
Anadolu’yu kendimize vatan kılmaya karar verdiğimizden beri askeri, siyasi, ekonomik, kültürel birçok saldırıya göğüs gererek püskürttüğümüz için bin yıl sonra da yine aynı tür saldırıların hedefindeyiz. Geleceğini iyi hesap etmeyenler geçmişiyle oyalanırlar darbı meseline uygun olarak son günlerde tarihi film furyası ile bugünün saldırılarını toplumun gözünden mi kaçırıyorlar sorusu geliyor aklımıza.
Bizi biz yapan değerler olan din, dil, kültür, örf-adet-anane, ahlak, tarih ve vatan anlayışımız üzerine içerden ve dışardan saldırılar artarak devam ediyor. Birinci dünya savaşı yıllarında İngiliz İslamı ile Müslüman coğrafya param parça edildiği gibi bugün karşımıza, Amerikan İslamı, İsrail İslamı, Rus İslamı, Alman İslamı çıkartılıyor. Dış kaynaklı bu İslam anlayışının ortak adı ‘Seküler İslam’dır. Lakillik kavramıyla biz 1937 yılında tanıştık. Bu tanışıklık Müslüman-Türk’ün hayatın tüm alanlarından sindirilmesinin ve ötekileştirilmesinin aracı haline getirildi. 28 Şubat sürecinde zirve yapan bu anlayışın versiyonları hala devam ediyor. Kafa kağıdından Türk olan ama kripto Ermeni olarak Almanya’da diasporaya hizmet eden Cem Özdemir bile ‘Seküler İslam Girişimi’ adlı bir örgütle Müslümanlara İslam’ı öğretmek için kolları sıvadı. İslam’ı terörizmden, kapitalizm, sosyalizm hatta hatta ataizme varan kavramlarla özdeşleştirmek için batıdan beslenen sözde bilim adamları boş durmuyorlar.
Bizi biz yapan değerlerden sadece din kavramı mı saldırı altında dersiniz. Birkaç gün önce Yahudi dönmesi bir aile mensubu üçüncü cinsten bir modacı devletin ismini beğenmiyor. Devletin adının Türk olmasından rahatsız olan Nişantaşı çocuğu Türkiye Cumhuriyeti yerine Anadolu Cumhuriyeti deyiminin daha doğru olacağını söylüyor. Hayat tarzı olan üçüncü cinsliğinin cenneti Tel Aviv’den veya kendini üçüncü cinsliğini yaşatan Mardin’den besleniyordur muhtemelen. Güneydoğu’da onbinlerce kripto Türk-İslam düşmanı ve seküler Hristiyanların emrinde olduklarını PKK terör örgütünün hizmetinde 40 yıldır deklere edip durmuyorlar mı? HDP’nin İstanbul’da en çok oy aldığı yerin Nişantaşı olması, milli mücadele ruhundan kopartılan CHP’nin bölücü parti HDP’ye olan aşkının kaynağının nereler olduğunu gösteriyordur birilerine.
Ve Kaşıkçı cinayeti bir turnusol kağıdı gibi, Batı’nın demokrasi anlayışındaki çifte standardı ile Müslümanlığımızın, kapitalizme nasıl evrildiğinin göstergesi olmuştur. Bir gözü İsrail, diğer gözü Amerika’da olduğu için dünyaya şaşı bakan bir prens, Seyid Kutub’un ‘İslam Kapitalizm Çatışması’ kitabında belirttiği gibi Kapitalizm yanında nasıl saf tutulduğunu gösterdi bizlere. Kral Faysal bin Abdülaziz’in Filistinlilere desteği kesmemesi halinde petrol kuyularının bombalanacağı tehdidine karşı ‘Biz deve sütü ve hurma ile atalarımızın yaşadığı gibi yaşayabiliriz, ama siz petrolsüz yaşayabilir misiniz? Cevabını çoktan unutan yeni yetme Prens, Kudüs’ü İsrail’e altın tepside sunmak için alçaklık üstüne alçaklık yapıyor. En son alçaklığı ise, İsrail tarafından evlerine yüklü miktarda emlak vergileri koyularak ellerinden alınmak istenmesine rağmen, Yahudi’ye ev satmayan ve Kudüs‘te her türlü zulmü göğüsleyen Filistinli Müslümanlara karşı bir hileyi şer-iye uygulaması. Kudüslüler evlerini Yahudilere satmıyorlar. Yahudiye ev satan Filistinliler ise fetva gereği infaz ediliyor. Ancak Muhammed Dahlan gibi Filistin kökenli Mossad ajanlarının çalışmalarıyla Kudüs’te birçok mülkün BAE ve Suudlar tarafından alınarak Yahudilere devredilmesi, İslam ve Kudüs hassasiyeti olan vicdanları kanatıyor. Doğu Kudüs’te dün Fas mahallesini buldozerlerle yerle bir eden Siyonist rejim bugün de Silvan Mahallesi’ni sözde Müslüman devletlerin yardımlarıyla boşaltmanın peşinde. Körfez Sermayesi artık Kudüs gibi mukaddes değerleri değil kendilerine 7 yıldızlı otel yapan, lüks teknoloji ve hayat sunan batılıların ağızlarına bakıyorlar. Kaşıkçı cinayetinden sonra yönetimden korkan birçok Arap, Türkiye ile ticari ilişkilerini kesti, başlarının belaya girmemesi için Türkiye aleyhine yürütülen kampanyalara ortak oldular.
Bu minval üzerine adamlar adaletimize bile karışır oldular. Ekonomik baskılarla Ajan Rahip Brunson’un bırakılması yetmiyormuş gibi, Şimdi de terör şakşakçısı Demirtaş’ı bırakmamız gerektiğini söylüyorlar. Avrupa’da şiddete ve teröre karşı sessiz kalan siyasetçiler bile içeri tıkılırken, şiddet ve terörü alenen teşvik eden, 63 kişinin öldürülmesi çağrısı yapan birinin hapis cezasına itiraz batının demokrasi anlayışının bir ürünü olsa gerek. Eğer Katalonya’da yaşananlar olmasa çoktan, yerel yönetimler şartı dayatılarak Suriye’de hatta vatan topraklarımızda şiddet ve teröre yol vermemiz istenecek. Suriye’de terör yapısını korumak için ABD yetmedi, Fransa o da yetmedi Suudlar ve Körfez’den bazı ülkelerin birlikleri birbirleriyle yarışıyorlar. Suriye’de kurulan ABD-Rus tahteravallisi arasında, İdlib’de kimyasal kargaşa çıkartılarak Türkiye’nin Münbiç ve Fırat’ın doğusu hamlesi engelleniyor.
En başta dediğim gibi bu toprakların haini eksik olmaz. Bizi biz yapan değerleri kripto dönmelerden değil de dinimizi Kuran ve Sünnetten, örf, adet ve ananelerimizi ecdadımızdan, vatan ve millet duygularını tarihimizden alarak ileriye yürüdüğümüz sürece hiçbir engel kutlu yürüyüşten bizi alı koyamayacaktır. Şairin dediği gibi, ‘Doğrudan doğruya Kur’an’dan alarak ilhamı, asrın idrakine söyletmeliyiz İslamı’
Vesselam.