Kavak Ağaçları!
— Kavak ağacını bilir misiniz?
— Bilirim. Hem de çok iyi bilirim.
— Nasıl bilirsiniz!
— Ağaçlar içinde en az işe yarayan en çok kendi kalan ve gölgesinde it bile oturamayan bir ağaçtır.
— Tanımınız biraz ağır olmadı mı Üstat!
— Yok yok Sör. Galiba siz o ağacı tam tanımıyorsunuz.
— Galiba öyle. Çünkü benim gördüğüm yetişme yerleri neredeyse yeryüzünün en güzel yerleri gibidir. Bilhassa suyun en güzel şekilde aktığı yerler onların konumlandığı veya kök salmaya çalıştığı yerlerdir.
— Onların konumlandırıldığı yerleri çok güzel anlamışsınız. Lakin kendilerini tam anlayamamışsınız.
— Ama nasıl olur. Baksanıza hepsi dümdüz ve pürüzsüz. Hem de sürekli yukarıya doğru yükselen manken gibi pürüzsüz fizikleriyle konumlandığı yerleri ne güzel neşelendiriyorlar. Sizi ne güzel temsil ediyorlar.
— Çok doğru. Bakın yine bedenlerini anlatıyorsunuz. Dimdik olan, etrafa gölge bile bırakamayan sadece kendi ikballerini göğe yükselmekte gören sırık yapılarından bahsediyorsunuz.
— Ama siz de hep olumsuz bakıyorsunuz kavak ağaçlarına.
— Hayır hayır Sör. Ben sadece kavak ağaçlarının görünmeyen yüzünü göstermek istiyorum.
— Başka yüzleri de mi var kavak ağaçlarının bunca güzel fiziklerine ve göğe yükselen boylarının serencamına karşın!
— Ah bir bilseniz o yüzlerini bir bilseniz!
— Merak ettim! Biraz anlatabilir misiniz?
— Bak Sör! Hazreti Mevlâna bir kabın içinde ne varsa dışına o taşar der ya! İşte bunların içindeki dışlarına taşar ama pek kimse bunu anlamaz.
— Mesela!
— Dünyanın her yerindeki kavak ağaçlarına bakın. Onların arasında başka bir ağaç göremezsiniz. Bırakın aralarına girmeyi etraflarına dahi yanaştırmak istemezler.
— Doğru. Bizim oralardaki kavaklıkların hepsi böyle.
— Peki başka!
— En yeşil gibi göründükleri halde dahi yaydıkları beyazımsı pamukçuklarla herkesin nefesini tıkarlar ve alerjik durumlar oluştururlar.
— Bu da doğru. Bende de var o alerji. E başka!
— Yapraklarını döktükleri zaman diplerindeki bütün yeşilliği ve canlılığı dahi öldürürler.
— Allah Allah! Başka başka!
— Rüzgâr özellikle mevsimlerin değişim rüzgarları esince öyle dayanıksız ve etrafı rahatsız edici bir zayıflıkları var ki herkese korku salarlar. Hatta gece uykuları dahi kaçıran bir uğultu ile kıvranıp dururlar.
— Ne çok iç yüzleri varmış bu kavak ağaçlarının. Daha var mı?
— Var var hem de duymak istemediğin en mühimini söyleyeceğim.
— Bütün ezberimi bozdun. Kavak ağaçlarına dair hayallerimi yıktın.
— Sağlam görünmelerine karşın dünyadaki en zayıf, içten içe en hızlı çürüyen, onca ihtişamlarına rağmen çoğu şeye yarayamayan kendilerinden ne köyün ne de kasabanın yararlanamayacağı bir odunluk payesi taşıyan ender ağaçlardan biridirler.
— Hadi canım sende! Ülkenin her yerinde bu kavaklıklar var. Bırakın ülkemizin en ücra köşesini İstanbul’un boğazının en yamaç ve denize nazır kesimlerini dahi bu kavaklıklar tutmuş idi bir zamanlar. Bu kadar meyvesiz bir ağaç idiyse neden her yere onlar ekilirdi.
— Çok doğru Sör! Çok doğru!
• Kavak ağaçları değişimi ve dönüşümü kabul etmeyen bir ağaçtır.
• Kendisinden başkalarına hayat tanımayan bir ağaçtır.
• Meyvesizliğini görmek yerine meyveli olanları yok sayan bir ağaçtır.
• Grubundan ayrılınca diğer ağaçlar arasında yaşamaya tahammül edemeyen zayıf karakterli ve değişime direnen bir ağaç.
• Grup halinde iken yani bir kavaklık korusu gibi dururken etrafa sadece ben varım diyecek kadar kendiliğini düşünen narsist bir ağaçtır.
— Yahu bu dediklerinin hepsinde haklılık payın var. Lakin hiç mi bu ağacın bir faydalı tarafı yok!
— Olmaz olur mu? Tabi ki var.
— Bi zahmet! Buyurasın onları da aziz üstat. Sen bana hep Sör diyorsun ya. Pek de hazzetmem.
— Onlardan sadece tahta olur damların üstünü örtmek veya kalıp tahtaları olarak kullanmak için.
• Estetik ve dayanıklı malzemeler üretilmez.
• Ülkenin ihracatına katkı sağlamazlar.
• Başka ürünlere dayanak olmazlar.
• Evin kapı ve penceresi olsalar kısa zaman sonra çürürler.
• Sobanın odunu olsalar pek ısı vermeden sönüp giderler.
• Marangozun kerestesi olsalar onlardan bir şey imal edilmez.
• Onlar sadece ve sadece kendilerinin görünüşüne kanan ve ucuz maliyetle elde edilenlerin gözdesidirler.
— Tamam azizim tamam! Kavak ağaçlarıyla ilgili bu kadar malumat yeter. Şimdi bu kavak ağaçlarının tohumlarını böyle çürük attın veya genetikleriyle oynadın diye benimle tartışmaya başlayacaksın. Hatta durum tespiti yaparak ülkendeki bütün diğer ağaçları bu kavak ağaçlarının yerine dikme fırsatı bulmuş olacaksın.
Yok öyle efendi beleşe çeşit çeşit meyve veya faydalı ağaçlar ekmek. Bunca yıl boşu boşuna mı o kavakları boğazın en güzel yerine ülkenizin en sulak alanlarına diktik. Sizin gibi görünen ama bizim olan o kavak ağaçlarını size kestirmem. Öyle deli deli esmeleri için elimden ne gelirse yapacağıma hiç tereddüttün olmasın.
— Af buyurun Sör! Bir şey mi dediniz?
— Yok canım ne diyeceğim. Kendi kendime saçmalıyorum. Kesinlikle söylediklerinizde haklısınız. Teşekkür ederim bu bilgilendirmeniz için. Acele gitmem lazım. Tekrar görüşmek üzere.
— Güle güle Sör, güle güle!
Ulan biz de bu kavakların yerine meyve ağaçları dikmezsek namerdiz.
Kesin bütün kavak ağaçlarını. Dikin yerine meyve veren ve herkesi mutlu eden o çeşit çeşit güzelim ağaçları!
— Tekrar hoşça kal aziz üstat!
— Görüşürüz Sör, görüşürüz! Hem de hiç beklemediğin zaman ve zeminde. Sizin kavaklıkların yerinde esen yellerin vesile olduğu en güzel meyve ağaçlarımızla tanışmanız dileğiyle güle güle…