Katar krizi mi? İkinci soğuk savaş mı?
Suudi Arabistan, Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri, Yemen, Bahreyn, Libya'daki Hafter hükümeti ve Maldivler'in eş zamanlı olarak koordineli ve sistematik bir şekilde Katar'a karşı harekete geçmeleri, Ortadoğu coğrafyasında yeni büyük sorun alanlarının Amerika ve İsrail tarafından oluşturulacağını göstermektedir. Katar'a karşı harekete geçen güçleri, üç kategoride değerlendirebiliriz. Katar'a karşı harekete geçen gerçek uluslararası güç, Amerika ve İsrail'dir. Katar krizi üzerinden Amerika ve İsrail, Ortadoğu'yu sonu gelmeyen bir çatışma bölgesi haline getirerek buradaki hakimiyetlerini kalıcı hale getirmeyi amaçlamaktadırlar. Trump-İsrail doktrini, Ortadoğu'nun çatışma ve savaş bölgesi haline getirilmesi üzerine şekillenmektedir.
Katar krizinde Arap dünyasının lideri olma vehmiyle harekete geçen bölgesel güç, Suudi Arabistan'dır. Suudi Arabistan, bütün Arap ülkelerinin kendi çizgisinde olmasını istemektedir. Başka bir ifade ile Suud rejiminin Arap dünyası için uygun gördüğü model Bahreyn'dir. Suudi Arabistan, Trump'ın desteğiyle bütün Arap dünyasının sömürgeleştirilmesini hedeflemektedir.
Üçüncü grup ülkeler ise, Suudi Arabistan, Amerika ve İsrail'le sahip oldukları ekonomik, siyasal ve askeri ilişkilerden ve çıkarlardan dolayı Katar'a karşı olmayı bir zorunluluk olarak görmektedirler. Bahreyn, Birleşik Arap Emirlikleri, Maldivler ve Mısır gibi ülkelerin, Katar karşıtı blokta yer almasının ekonomik ve siyasal gerekçeleri vardır.
Katar krizi, Ortadoğu'da Amerika ve İsrail emperyalizminin yeni bir tehdit merkezi yarattığını göstermektedir. Ortadoğu'da yeni tehdit merkezi Suudi Arabistan'dır. Körfez ve Arap ülkelerine hegemonik kabileci politikalarını dayatmanın aracı olarak sahip olduğu petrol zenginliğini kullanan Suudi Arabistan, bütün bölge için ciddi bir tehdit oluşturmaktadır. Kabileci siyaset anlayışının bir örneği olarak Suudi Arabistan sözcülerinin Katar krizinin Körfez ülkelerinin iç işleri olduğunu ve hiç kimsenin arabulucu olmaya niyetlenmemesi gerektiği gibi çözüm ve uzlaşma kapılarını daha başından kapatan yaklaşımları da bölgedeki çatışma ve kaosu devam ettirmekten başka bir işe yaramamaktadır. Müslüman toplumların geleceği, Suud klanına bırakılmayacak kadar önemlidir.
Amerika'nın yönlendirmesi ve desteğiyle Suudi Arabistan öncülüğünde başlayan Katar krizi, Körfezde ve İslam dünyasında kamplaşmayı ve bölünmeyi derinleştirmiştir. Katar krizi, her şeyden önce Körfez İşbirliği Konseyi'nin fiilen sonunu getirmiştir. Körfez İşbirliği Konseyi, bir dayanışma ve işbirliği organizasyonu olmaktan çıkmış, üç grubun birbiriyle çatıştığı bir kampa dönüşmüştür. Suudi Arabistan-Birleşik Arap Emirlikleri-Bahreyn üçlüsü, ittifak yaparak bütün Körfez bölgesine hükmetmeye kalkmaktadırlar. Katar, Suudi blokunun dışında bir diplomasi ve siyaset yolu ortaya koyarak Suudi yayılmacılığına karşı ayakta kalmaya çalışmaktadır. Umman ve Kuveyt, birbiriyle çatışan Katar ve Suudi tarafları arasında göreceli olarak tarafsız olmaya ve her iki tarafla da ilişki kurmaya çalışmaktadırlar. Katar krizinin su yüzene çıkardığı kamplaşma ve çatışma, çok önemli bir sonuç ortaya çıkarmıştır. Katar krizinden sonra Körfezde hiçbir ülke kendisini güvende hissetmeyecektir. Bundan sonra her ülke, ekonomik gücünü Amerika'nın hizmetine koşan her devlet tarafından tehdit edilme olasılığını düşünmek durumunda kalacaktır.
Katar krizi, Arap ülkelerinin Araplar içi ve Araplar dışı ilişkilerinde de önemli değişikliklere ve bloklaşmalara neden olmuştur. Suudi Arabistan, Arap ülkelerini yanına alarak Katar'ı kuşatmaya, boğmaya, daraltmaya ve sıkıştırmaya kalkmaktadır. Suudilerin Arap merkezli kuşatmasına Katar, Arap olmayan ülkelere yönelerek karşılık vermiştir. Suudi blokuna karşı Katar, fiilen Türkiye ve İran ile müttefiklik ilişkisi içine girmiştir. Katar krizinden sonra Türkiye, askeri ve ekonomik gücüyle fiilen Körfezde olan biten her şeye müdahil olacağının mesajını vermiştir. İran, Körfez bölgesini Suudilerin hegemonyasına bırakmaya niyetli olmadığını göstermiştir. Pakistan'da Katar'a yirmi bin asker yollamaya karar vermiştir. Katar krizi, Türkiye, İran ve Pakistan'ın daha güçlü bir şekilde Körfez bölgesinde var olmalarının yolunu açmıştır. Tümüyle Arap bölgesi olarak düşünülen Körfezde, Arap olmayan üç büyük ülkenin etkinlik kazanması, Katar krizinin umulmayan sonucu olarak değerlendirilebilir. Bundan sonraki süreçte Katar'ın daha çok İran ve Türkiye'ye yakınlaşacağını öngörebiliriz. Amerika ve İsrail'e güvenerek bölgesel kriz çıkartan Suudi Arabistan'ın uzun vadede bu krizden istediğini elde edemeyen güç durumuna düşmesi büyük bir olasılık olarak önümüzde durmaktadır.
Katar krizinden en karlı çıkan devlet, İsrail'dir. HAMAS'ın terörist örgüt olarak Suudi Arabistan güdümündeki Arap devletleri tarafından kabul edilmesi, İsrail'in işine çok gelmektedir. Katar krizi, HAMAS'ın Arap dünyasında terörist örgüt olarak kabul edilmesinin uluslararası politika haline gelmesini sağlamış, HAMAS'ın Gazze'deki gücünü zayıflatmış ve İsrail'in Ortadoğu'daki varlığını güçlendirmiştir. Ortadoğu coğrafyasında HAMAS'ın terörist örgüt, İsrail'in ise tek demokratik devlet olduğu şeklindeki kurgu, İsrail tezidir. Suudilerin öncülüğündeki blok, Katar kriziyle İsrail tezlerinin uygulayıcısı durumuna düşmüşlerdir.
Trump, İkinci Soğuk Savaş kavramıyla ifade edebileceğimiz bir doktrinle Ortadoğu'ya yaklaşmaktadır. İkinci Soğuk Savaş doktriniyle, terörizmle mücadele maskesi altında bütün Müslüman coğrafyanın kendi arasında çatıştırılarak yok edilmesi vardır. Kabileci otokrasilerini ve diktatörlüklerini korumanın dışında Ortadoğu konusunda hiçbir tasavvura sahip olmayan Körfez diktatörlükleri, İkinci Soğuk Savaşın gönüllü uyduları olarak işlev görmekten başka bir işe yaramamaktadırlar.