Dolar (USD)
34.76
Euro (EUR)
36.55
Gram Altın
2948.80
BIST 100
9879.41
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
11 Nisan 2023

Kasaya para nasıl konur?

Kasada para var mı?

Seçime giderken ve seçimden sonra bu soru epey bir gündemi meşgul edecek gibi görünüyor.

Seçim ekonomisi işliyor mu?

Evet, işliyor.

Bütçe disiplini bozuldu mu?

Evet bozuldu.

Peki bu ekonomi neden batmıyor?

Batmıyor çünkü ekonomi makro ölçekte dengeyi kaybetse de mikro ölçekte hâlâ sürdürülebilir bir çerçevede devam ediyor.

Yani insanlar borçlanarak yaşıyorlar.

Geçim sıkıntısı yaşıyorlar ama paraya ulaşabiliyorlar.

Borçlanarak yaşamlarını birkaç yıl önceki alışkanlıklarıyla sürdürmeye devam ediyorlar.

Ama aslında ortaya koyulan Türkiye Ekonomi Modeli ile insanların "tüketim alışkanlıkları"nın değiştirilmesi bekleniyor.

Ne demektir bu?

İthalata bağımlı, özellikle teknoloji içerikli ürünlerin "ihtiyaca istinaden talep edilmesi" konusu bu kapsamda başta geliyor.

Bunun dışında tüketim ekonomisinden üretim ekonomisine geçebilmek için ithalatı yapılan ürünlerin ikame edecek yerli üretimini yapmak adına Türk Lirası cinsinden üretim kredileri veriliyor.

Yani politika, kendi felsefesini ayakta tutmaya çalışıyor.

Halihazırda enerji ve altın dışında da dış ticarette cari fazla verir duruma da geldik.

Sorun bu politikaların bir anda yapılmasından kaynaklı ortaya çıkıyor.

İnsanların iki yılda bir akıllı telefonunu ya da ihtiyacı olmadığı hâlde lüks tüketim olarak talep ettikleri ya da züppe etkisi ile kendilerini sınıfsal olarak farklı göstermek için Türkiye içinde üretilmeyen ürünlere yönelik tüketime yönelmeleri dolar ihtiyacını ortaya çıkarıyor.

Negatif reel faizden dolayı da yabancılar ülkeye sıcak para yatırımı yapmadığı için döviz açığı oluyor.

Bu da insanların talep ettiği malları alabilmeleri için ilgili şirketlerin ülkeden dolar talep ederek bu malları satan ülkelerden alması ile şeklen mümkün oluyor.

Tüm hikâye bu...

Türkiye Ekonomi Modeli’ne göre çözüm; üretimi artırmak ve yerli ikame teknolojiler geliştirmektir.

Üretimi artırarak daha fazla mal satıp daha fazla dolar kazanmak kasayı dolduran bir unsursa, dolara giden parayı kesecek yatırımlarla ikame ürünleri içeride ürütmek ikinci bir unsar...

Ama olmuyor...

Olmamasının sebebi ise plansız ve "bir anda verilen bir kararla" bu yola girilmiş olması...

Daha fazlasını yapacak potansiyelimiz var.

Kasada bugün için para var.

Kısmi cari fazla da veriliyor.

Ama artık planlı teşvik sistemini merkeze alan bir yol yürümenin kaçınılmaz olduğu ortada...

Bu nedenle seçimde sonuç ne olursa olsun teşviklerin direkt ülkenin dolar ithalatını azaltmaya yönelik yeniden kurgulanacağı bir yapı kurmak kaçınılmaz gibi görülüyor.

Merkez Bankası'nın açıkladığı verilere göre Şubat'ta 834 milyon ABD doları fazla verilmiş.

Bu Türkiye’nin üreterek sattığı ile tüketmek için satın aldığı denklemde "kazançlı" noktada olduğunu gösteriyor.

Peki ama altın ve enerji neden dikkate alınmıyor.

Biz üretim için enerji kullanmaya devam edeceğiz.

Enerji bağımlılığımızı Karadeniz’de keşfedilen 71O milyar metre küp doğal gaz ile bir miktar azaltsak da daha büyük projelere ihtiyaç duyduğumuz ortada olan bir gerçek...

Çözüm belli; Türkiye’nin çok hızlı bir şeklide nükleer enerjide atağa geçmesi gerekiyor.

Akkuyu Nükleer Güç Santrali önemli bir katkı olsa da bir değil en az beş nükleer santrale ihtiyaç var.

Üstelik bunların büyük çoğunluğunu da 2O3O’a kadar yapmak zorundayız.

Aksi durumda Türkiye’nin cari açığı nedeniyle refaha ulaşması asla mümkün olmayacak ve alt gelir grubundaki insanların yaşamı daha da zorlaşacak.

Altın ithalatı ise daha çok ülke içi talepten ve işlenen altın ürünlerinin ihracatından kaynaklanıyor.

Merkez Bankasının altın rezervini artırması "kaotik bir döneme girerken ülkenin elini rahatlatacak hazırlıklar" olarak hanesine yazılıyor.

Yeni bulunan 1,5 milyar dolarlık altın rezervi de bu ihtiyacı gidermeye yetmez.

O zaman altına olan talebi azaltacak araçlar bulmak zorundayız.

Bunun tek yolu da devletin vatandaşın küçük paralarla katılabileceği ve uzun yıllara bağlı olarak değerlenen yatırımlardır.

Borsadaki temettü ödemesi gibi nükleer enerji santrallerinin halkın "melek yatırımcı" olduğu modellerle yapılması, buradan sağlanan elektrik için ise güvence verilmesi gerekiyor.

Bu yolla döviz açığımızı gidermenin yanında enerjide büyük bir yerlilik sağlayıp hem altın ithalatımızı hem de enerji ithalatımız büyük ölçüde azaltacak bir çözüme ulaşmış olabiliriz.

Birden çok alanda anlamlı çözümler için Türkiye’nin vitesi yükseltmek zorunda olduğu açıkça görülüyor.

Aksi takdirde BRICS ülkelerinin Güney Afrika’da gündeme getireceği ortak para ile aralayacakları yeni düzeni de, Suudi Arabistan’ın Şanghay İşbirliği Örgütüne girişini de izlemeye devam ederiz.

Çevremizde çok hızlı değişiklikler oluyor ve bizim potansiyel üretimimizi yüzde 1OO’e yaklaştırmaktan başka çaremiz yok.

Deprem başta olmak üzere tüm afet risklerini minimal düzeye indirecek, üretimi ise maksimuma çıkaracak adımlar atmazsak Osmaniye ve İskenderun’daki çelik üretimimizin sekteye uğrayarak ülke genelinde yüzde 3O'dan fazla kaybı nasıl telafi edeceğimizi düşünür dururuz.

Afetler nedeniyle tüm planları zora sokacak hadiselerle karşılaşmaya devam ederiz.

Kaderimiz bu değil!

Çok yönlü ve birbirini tamamlayan projeler mümkün.

İyi bir planlama ve toplumsal mutabakat ile başarılmayacak iş yok.

Türkiye’nin önü çok açık...

Ama kaybettiğimiz her an, rekabette daha da geriye düşmemize neden oluyor.

Yönetimsel sorunları aşarak artık "gerçek gündemimize" bir an önce girmemiz ve 2O53 için geç kalmadan çalışmalara başlamamız gerekiyor.

Benden söylemesi...