Kasaya para nasıl konur?
Kasada para var mı?
Seçime giderken ve seçimden sonra bu soru
epey bir gündemi meşgul edecek gibi görünüyor.
Seçim ekonomisi işliyor mu?
Evet, işliyor.
Bütçe disiplini bozuldu mu?
Evet bozuldu.
Peki bu ekonomi neden batmıyor?
Batmıyor çünkü ekonomi makro ölçekte
dengeyi kaybetse de mikro ölçekte hâlâ sürdürülebilir bir çerçevede devam
ediyor.
Yani insanlar borçlanarak yaşıyorlar.
Geçim sıkıntısı yaşıyorlar ama paraya
ulaşabiliyorlar.
Borçlanarak yaşamlarını birkaç yıl önceki
alışkanlıklarıyla sürdürmeye devam ediyorlar.
Ama aslında ortaya koyulan Türkiye
Ekonomi Modeli ile insanların "tüketim alışkanlıkları"nın
değiştirilmesi bekleniyor.
Ne demektir bu?
İthalata bağımlı, özellikle teknoloji
içerikli ürünlerin "ihtiyaca istinaden talep edilmesi" konusu bu
kapsamda başta geliyor.
Bunun dışında tüketim
ekonomisinden üretim ekonomisine geçebilmek için ithalatı yapılan
ürünlerin ikame edecek yerli üretimini yapmak adına Türk Lirası cinsinden
üretim kredileri veriliyor.
Yani politika, kendi felsefesini ayakta
tutmaya çalışıyor.
Halihazırda enerji ve altın dışında
da dış ticarette cari fazla verir duruma da geldik.
Sorun bu politikaların bir anda
yapılmasından kaynaklı ortaya çıkıyor.
İnsanların iki yılda bir akıllı telefonunu
ya da ihtiyacı olmadığı hâlde lüks tüketim olarak talep
ettikleri ya da züppe etkisi ile kendilerini sınıfsal olarak
farklı göstermek için Türkiye içinde üretilmeyen ürünlere yönelik tüketime
yönelmeleri dolar ihtiyacını ortaya çıkarıyor.
Negatif reel faizden dolayı da yabancılar ülkeye sıcak para yatırımı
yapmadığı için döviz açığı oluyor.
Bu da insanların talep ettiği malları
alabilmeleri için ilgili şirketlerin ülkeden dolar talep ederek bu malları
satan ülkelerden alması ile şeklen mümkün oluyor.
Tüm hikâye bu...
Türkiye Ekonomi Modeli’ne göre çözüm; üretimi artırmak ve yerli
ikame teknolojiler geliştirmektir.
Üretimi artırarak daha fazla mal
satıp daha fazla dolar kazanmak kasayı dolduran bir
unsursa, dolara giden parayı kesecek yatırımlarla ikame
ürünleri içeride ürütmek ikinci bir unsar...
Ama olmuyor...
Olmamasının sebebi ise plansız ve
"bir anda verilen bir kararla" bu yola girilmiş olması...
Daha fazlasını yapacak potansiyelimiz var.
Kasada bugün için para var.
Kısmi cari fazla da
veriliyor.
Ama artık planlı teşvik
sistemini merkeze alan bir yol yürümenin kaçınılmaz olduğu ortada...
Bu nedenle seçimde sonuç ne olursa
olsun teşviklerin direkt ülkenin dolar ithalatını azaltmaya yönelik
yeniden kurgulanacağı bir yapı kurmak kaçınılmaz gibi görülüyor.
Merkez Bankası'nın açıkladığı verilere
göre Şubat'ta 834 milyon ABD doları fazla verilmiş.
Bu Türkiye’nin üreterek
sattığı ile tüketmek için satın aldığı denklemde
"kazançlı" noktada olduğunu gösteriyor.
Peki ama altın ve enerji neden
dikkate alınmıyor.
Biz üretim için enerji kullanmaya
devam edeceğiz.
Enerji bağımlılığımızı Karadeniz’de keşfedilen 71O milyar metre küp
doğal gaz ile bir miktar azaltsak da daha büyük projelere ihtiyaç
duyduğumuz ortada olan bir gerçek...
Çözüm belli; Türkiye’nin çok hızlı bir
şeklide nükleer enerjide atağa geçmesi gerekiyor.
Akkuyu Nükleer Güç Santrali önemli bir katkı olsa da bir değil en az beş
nükleer santrale ihtiyaç var.
Üstelik bunların büyük çoğunluğunu da
2O3O’a kadar yapmak zorundayız.
Aksi durumda Türkiye’nin cari açığı
nedeniyle refaha ulaşması asla mümkün olmayacak ve alt gelir grubundaki
insanların yaşamı daha da zorlaşacak.
Altın ithalatı ise daha çok ülke içi talepten ve işlenen altın
ürünlerinin ihracatından kaynaklanıyor.
Merkez Bankasının altın rezervini artırması "kaotik bir döneme
girerken ülkenin elini rahatlatacak hazırlıklar" olarak hanesine
yazılıyor.
Yeni bulunan 1,5 milyar dolarlık altın
rezervi de bu ihtiyacı gidermeye yetmez.
O zaman altına olan talebi azaltacak
araçlar bulmak zorundayız.
Bunun tek yolu da devletin
vatandaşın küçük paralarla katılabileceği ve uzun yıllara bağlı olarak
değerlenen yatırımlardır.
Borsadaki temettü ödemesi gibi nükleer enerji
santrallerinin halkın "melek yatırımcı" olduğu modellerle
yapılması, buradan sağlanan elektrik için ise güvence verilmesi gerekiyor.
Bu yolla döviz açığımızı gidermenin
yanında enerjide büyük bir yerlilik sağlayıp hem altın ithalatımızı hem de
enerji ithalatımız büyük ölçüde azaltacak bir çözüme ulaşmış olabiliriz.
Birden çok alanda anlamlı çözümler
için Türkiye’nin vitesi yükseltmek zorunda olduğu açıkça
görülüyor.
Aksi takdirde BRICS ülkelerinin Güney
Afrika’da gündeme getireceği ortak para ile
aralayacakları yeni düzeni de, Suudi Arabistan’ın Şanghay
İşbirliği Örgütüne girişini de izlemeye devam ederiz.
Çevremizde çok hızlı değişiklikler oluyor
ve bizim potansiyel üretimimizi yüzde 1OO’e yaklaştırmaktan başka çaremiz yok.
Deprem başta olmak üzere tüm afet
risklerini minimal düzeye indirecek, üretimi ise maksimuma
çıkaracak adımlar atmazsak Osmaniye ve İskenderun’daki
çelik üretimimizin sekteye uğrayarak ülke genelinde yüzde 3O'dan fazla kaybı
nasıl telafi edeceğimizi düşünür dururuz.
Afetler nedeniyle tüm planları zora
sokacak hadiselerle karşılaşmaya devam ederiz.
Kaderimiz bu değil!
Çok yönlü ve birbirini tamamlayan projeler
mümkün.
İyi bir planlama ve toplumsal
mutabakat ile başarılmayacak iş yok.
Türkiye’nin önü çok açık...
Ama kaybettiğimiz her an, rekabette daha
da geriye düşmemize neden oluyor.
Yönetimsel sorunları aşarak artık "gerçek gündemimize" bir an
önce girmemiz ve 2O53 için geç kalmadan çalışmalara başlamamız gerekiyor.
Benden söylemesi...