Kartlar yeniden karılıyor
“ AK Parti ve MHP bir siyasi parti muamelesi görmeyecek bir suç örgütü olduğu için kapatılacak” diyor biri. Bir başkası “imam hatiplerin üniversiteye girmeye hakkı yok” diyor. Sonra biri çıkıp hepsini yargılayacağız diyor. Tehditler böyle uzayıp gidiyor.
Ardından da demokrasi, barış, adalet ve özgürlük nutukları
atılıyor…
Şimdi en aptal bir
insan bile seçim stratejisini böyle Hitlervari, faşist bir mantık üzerine inşa
etmez. Öncelikle bilir ki, milletin seçtiği vekilleri mecliste suç örgütü ilan
eder ve partilerini kapatma vaadinde bulunursam, bu durum öncelikle onların
tabanını konsolide eder ve ters teper.
Ne var ki bunu akıl edemeyecek kadar faşist bir kafa yapısı
ile karşı karşıyayız. Olmaz demeyin. Zira hafızamız böylesi karanlık
hatıralarla doludur.
27 Mayıs 1960,
Türkiye’nin alnına sürülmüş kara bir leke olarak kalmadı mı? Halkın seçmiş
olduğu hükümet görevden el çektirilip, yüzlerce insan çöp kamyonlarıyla
hapishanelere taşınmadı mı? Yassıada yargılamalarıyla sonu idama kadar giden
bir rezalete şahitlik etmedik mi?
Yüksek Adalet Divanı adı altında sözde adalet dağıtan
mahkemenin başkanı, tüm pişkinliğiyle “Sizi
buraya tıkan kuvvet böyle istiyor” dememiş miydi?
Belli ki CHP’li
vekilin “yerel özerklik şartındaki engelleri kaldıracağız” türünden ifadeleri
demokrasi, FETÖ militanlarının serbest bırakılması özgürlük, Ayasofya’nın
müzeye çevrilmesi adalet, Suriye’nin kuzeyinde bir PKK devletinin kurulma planı
da barış olarak değerlendirilecek.
Kavramların muhtevasından kopartılarak ülkenin bambaşka bir
mecraya doğru sürüklenmek istendiğini anlıyoruz. Üstelik süslü sloganlarla.
Çok kritik bir seçim sürecine girdiğimizi bilmem söylemem
gerek var mı? Sosyal medya anketlerden geçilmiyor, seçmeni sersemleten,
kafalarını allak bullak eden acayip ilişkiler ve pazarlıklar dönüyor.
Nasıl Meral Akşener
önce masayı terk etti sonra daha yeri bile soğumadan geri döndüyse benzer bir
gidiş geliş de Cumhur İttifakı cephesinde yaşandı.
Tam ittifak kararı alınmışken Pazar gecesi yapılan bir görüşme
sonrasında Fatih Erbakan ittifaktan çekilme kararını açıkladı ve YSK’ya giderek
adaylık başvurunda bulundu.
Yeniden Refah’ın AK Parti ile ittifakını destekleyen
yazarlardan birisi olarak bu durum açıkçası beni şaşırtmamıştı ancak birçok AK
Partilinin tepkilerine neden olmuştu. Önce övdüler, sonra yerdiler sonra tekrar
övdüler.
Nihayet, Yeniden Refah Partisi ile AK Parti tekrar yan yana
gelerek el sıkıştı ve Fatih Erbakan adaylıktan çekildi.
Bu arada AK Parti'nin kabul ettiği mutabakat metninde önemli
maddeler var.
Örneğin tarımsal kotaların kaldırılması, faiz yükünün
azaltılması, din, dil, ırk ve gelir düzeyi ayrımı yapılmadan "herkes için
adalet" tesisi edilmesi, atamalarda adalet, liyakat ve aile bütünlüğünün
dikkate alınması vs.
Ancak bir önceki
metinde, Fullbright Komisyonu, DSÖ ve iklim krizi ile ilgili maddeler de vardı.
Bu maddeler daha yuvarlak ifadelerle tekrar yazılmış, iklim krizi ise tamamen
çıkarılmış.
Diğer taraftan oyunu Erdoğan’a verecek kitle açısından
herhangi bir problem yok. Bu cephede kafalar gayet net gibi görünüyor. Ancak
aynı şeyi Millet İttifak’ı için söyleyemiyoruz.
HDP’nin masaya resmi katılımıyla birlikte ittifak sayısını
yediye çıkaran Millet İttifakı’nda ise sular durulmuyor. Nasıl durulsun ki?
İYİ Parti İstanbul Milletvekili Yavuz Ağıralioğlu çıkıp “biz ümitlerine pusu kurulmuş bir partiyiz” diyerek
açtı ağzını yumdu gözünü.
Evet, hepsi bu kadar. Ne istifa etti ne de bu sözlerinden
ötürü kendisine herhangi bir soruşturma açıldı. Seçmenlerine “tamam masada HDP var ama biz bundan
rahatsızız” mesajı vermekle yetindiler.
Sanırım bu ittifakta her parti kendi seçmenini fazla hafife
alıyor. Anlayacağınız her defasında kartlar yeniden karılıyor.