“Karşı Mahalle”ye yaranma çabası!..
AK Parti Grup Başkanvekili Bülent Turan’ın sosyal medya adresinde yer verdiği değerlendirmelerini gördünüz mü?..
Gözünüzden kaçtıysa ya da “mânâsına vararak” okuma imkânınız olmadıysa…
Buradan arz edelim dikkatlerinize…
Demiş ki Sayın Turan:
“Bizim gibi düşünmeyenleri anlamaya çalışmak bir erdemdir ve asla kaybedilmemelidir. Ancak camiamızın belki en büyük sorunu ‘karşı mahalleye’ yaranma çabası… Alkış alacağım diye, gereksiz bu adım siyasi hatıralarımızı gölgelemiş, dostlarımızı/liderimizi kırmış kimin umurunda!”
Sayın Turan son derece “dikkat çekici” değerlendirmelerde bulunmuş değil mi?..
“Karşı mahalleye yaranma çabası”ndan bahis var..
“Alkış alabilmek için” hatıraların gölgelenmesinden..
Dostların/Lider’in kırılmasından bahis.
Ve son olarak da, “Bunların umursanmamasından!”
Yani…
Duyarsızlıktan!..
Yıllardır yazmaya, dikkat çekmeye çalıştığımız sıkıntı:
Bülent Turan’ın “Camiamızın en büyük sorunu” ifadesiyle nitelendirdiği “aşağılık kompleksi” meselesi.
“Karşı mahalleye yaranma çabası!”
Doğrusu…
Buradaki “camia”dan “mahalle”den kastın “neresi” olduğu;
Sayın Turan’ın nasıl bir “çerçeve” çizdiği -en azından benim için- net değil.
“Muhafazakâr Camia”mı demeli buna?..
Hadi, öyle demiş olalım!..
“Sevinçte ve kederde ortak olan bir camia”dan mı bahsediyor Sayın Turan?..
Bugüne kadar, “birilerine yaranmak için” kalpleri kırılmış olan çok sayıda “camia evlâdı” olmalı…
Öyle bir kanaate sahip olmasaydı “En büyük sorunumuz karşı mahalleye yaranma çabası” demezdi Sayın Turan!
Mesele çok derin:
Muhafazakâr takımı, başkalarının gözüne girebilmeye niçin bu kadar çok önem verir?
Sayın Turan’ın işaret ve de şikâyet ettiği ‘yaygın aşağılık kompleksi’ni doğuran sebepler nelerdir?..
Efendim;
Bunun izleri çok gerilerdedir; “Köylünün küçümsendiği”, “adeta insan sayılmadığı” yıllarda…
Bunları ayrıntısıyla ele alabilmek için hacimli bir kitap yazmak gerek.
Buradan şöyle bir başlangıç yapalım:
“Sosyeteye girmeye çalışan köylü kızı sendromu”nu bilir misiniz?..
“Yeşilçam” filmlerinden çeşitli şekillerini hatırlayanlarınız vardır…
Ben de oralardan mülhem bir “senaryo” tanzim edeyim:
“Zengin” evinde hizmetçilik yapan “güzel köylü kızı” sosyetik kızlar ve sosyetik oğlanlar tarafından sürekli olarak küçümsenmektedir.
Sosyetik kızların “sevgilisi” olan ve kendisinin de aşkla bağlandığı “yakışıklı delikanlı” da kendisini “rencide” etmiştir.
Zengin evinde zulüm gören, sürekli olarak azar işiten, alaya alınan bir “gariban”dır “bizim”ki.
“Gururu ezilmiş” haldeki “güzel köylü kızı”nın bu haline acıyan bir “müşfik” adam vardır.
“Güzel köylü kızı” bu “müşfik” zât tarafından cesaretlendirilir…
O zâtın her türlü desteğiyle “sosyete dersleri” almaya başlar.
Hedefi, kendisini küçümseyen, itip kakan “sosyetik tiplerin” davranış kalıplarını edinmek…
Onlara “benzeyerek”, hem sosyetik tiplere hem de “kendisini küçümseyen sevdiği gence” ders vermektir!..
En “seçkin” eğitmenler getirilir önüne…
“Güzel köylü kızı” kafasında kitap taşıyarak “yürümeyi” öğrenir!..
Çatal, bıçak, kadeh tutmayı…
Dans etmeyi, oturmayı, kalkmayı…
Şöyle böyle öğrenir…
Öğrenir de…
Bir şeylerin “iyi” gitmediğini de fark eder…
Taklit ettiği insanlar gibi olamayan “güzel köylü kızı” eski “berrak” hâlini kaybetmiştir.
Çok şeyleri elde etmiştir ama o eski halinden eser kalmamıştır!..
Yeni hâlini yaşarken çok mutsuz olan biçare, “kimlik bunalımı”nın pençesine düşmüştür.
“Kendisini başkalarına beğendirme çabası” yüzünden “gerçek dostlarını” kıran ve bundan dolayı da kalabalıklar içinde “yalnız” yaşamak zorunda kalan bir dertli “güzel”.
Filmi “Solar güzelliğin kalmaz yüzünde!” şarkısıyla bitirmek de uygun olur zannımca!..