Kardeşlik
Son yıllarda
kimi insanların haz duymadıkları kavramdır kardeşlik. Bu kavramın içi boştur,
diyorlar. Hem din kardeşliği hem de biyolojik yani ana-baba bir kardeşliği
için, “sömürünün bir başka aparatı” diyeni de çıkıyor.
Doğrusu
kardeş bildiklerimizin başımıza ne çoraplar ördüğünü tarihte görmedik değil, lâkin
Allah’ın inananları kardeş kılması iman edenler için her zaman büyük bir
lütuftur. Günah, hata, yanlış; kardeşliği bozmaz, bozmamalıdır. Neticede
kusursuz bir hayata sahip değiliz, kendimize düşmanımızdan daha fazla zarar
verdiğimiz durumlar olmamış mı?
Olmuştur
elbet.
Dolayısıyla
kardeşliğin ilâhi bir nimet olduğuna inananlardanım.
Bilhassa
siyasi mülahazalarda oldukça istismara uğraması sebebiyle Müslümanlar arasında
bu duygu büyük erozyonlar yaşadı. Kardeşliği aşındıran adaletsizlikler pek
çoğumuzu rahatsız etmiş ve ediyordur lâkin “kardeşlik” eksik ve
yanlışlarıyla büyük bir ihsandır.
Resul-i
Ekrem’in ashabı da kardeş idiler. Birbirleriyle kenetlenmiş, birbirini
kendilerine tercih etmiş o büyük gönüllere sahip insanlar (RA) kardeşleri için
fedakârlıktan kaçınmamışlardı lâkin aralarında kimi zaman husumet de olmadı
değil.
Neticede
Cemel’de de Sıffin’de de karşı karşıya gelen, birbirlerine kılıç çeken,
Müslüman kanı akıtanların çoğu Resul-i Ekrem’in (as) yanında bulunmuş
insanlardı. Burada “Sahabe” olanlarla, Resul-i Ekrem’i gördükleri halde ‘sahabe
ol(a)mayanlar’ ayırımına girmiyorum, mevzumuz bu değil, ancak Kur’an-ı
Kerim’in nüzul dönemine tanıklık edenlerin de birbirlerine karşı hataları olmuştu.
Allah-ü Teâla’nın
inananları kardeş ilan etmesinin ne anlama geldiğini yine Müslümanlar
göstermiştir. Hem “Bünyênun mersûs” hem “Ruhemêu beynehüm” lafz-ı
celilelerin en güzel örneklikleri Müslümanlar tarafından sergilenmişti.
***
Müslümanların
tarihinde essahtan kardeşliğin pek çok örnekleri bulunmaktadır. Bu numuneler
üzerine ciltler dolusu kitaplar yazıldı. Hiçbir din ve kültürde “inananların
kardeşliği” gibi bir hikâye yer almaz çünkü emsâli yoktur.
Huzeyfetu’l Adaviye
anlatıyor: Yermuk savaşında amcamın oğlunu bulmak için savaş meydanını dolaşıyordum.
Hava çok sıcak ve meydanda bir o kadar da toz vardı. İnsanların sıcaktan ve
susuzluktan kırıldıkları o gün onu bulmak çok zordu. Yaralılar arasından
geçerken toza toprağa karıştıkları için onu tanımakta güçlük çekiyordum. Elimde
su bulunan bir kap ile onu ararken bir de baktım ki onun yanındayım. Yaralıydı,
sıcaktan ağzı kurumuş, dudakları birbirine yapışmıştı. Hemen su kabına
davrandım ve su ister misin, vereyim mi? dedim:
Evet, diye işaret etti. Aldım suyu kendisine verdim, tam suyu içecekken
biraz öte taraftan birisi, ‘Su’ diye inledi. Onun sesini duyan amcam oğlu, içmeden,
‘Suyu ona götür’ dedi. Hemen ona doğru koştum. Bir de baktım o su isteyen Hişam
bin el-As imiş. ‘Al, su’ dedim. Suyu aldı, tam içecekken öbür taraftan
birisinin: ‘su’, diye inlediğini duyduk. Kendisi suyu içmeden, ‘Suyu ona götür’
dedi. Ben de hemen diğer yaralıya doğru koştum. Yanına vardığımda ölmüştü. Bari
Hişam’a yetiştireyim dedim. Yanına geldiğimde o da ruhunu teslim etmişti. Hiç
olmazsa amcamın oğluna su vereyim dedim. Yanına geldim ki o da ölmüştü.
Hepimiz
susamışız, sıcaklarda, oruçlu iken, ya da başka sebeplerden dolayı susuzluk
çekmişiz. Hicaz’da, savaş meydanında susamanın nece bir hâl olduğunu bilemeyiz
lâkin tahmin ederiz: ah bir tas su olsa! dediğimiz anlar gibi…
Bir tas su
deyip geçmeyin,
Savaş
meydanında, ölüme birkaç saniye kala susamışlık başka olsa gerek. Kaldı ki önce
siz suyu içseniz ne olacak sanki? Ama hayır, önce omuz omuza savaştığı yaralı
kardeşi içmeli, Rabbül âlemin’in kardeş kıldığı kişi içmeli ki kendisi rahat
edebilsindi.
Neyse, bu
duygularla empati yapılmaz, kurulamaz. Biz ancak nutuk atarız.
Demem o ki,
Biz
kardeşliğimizden şikâyetçiyiz, aslında haklıyız da ama asıl sorun “kardeşlik”te
ya da bizim kardeşliğimizde değil. Sorun kardeş olmadan önce kişiliğimizde,
insanlığımızda, Müslümanlığımızda olsa gerek.
Sorgularken kendimizi ihmal ediyoruz. İnsanlığımızı, hakkaniyete uygunluğumuzu, âdil ve dürüstlüğümüzü sorgulayalım. Ondan sonra kardeşliğe reva gördüğümüze bakalım. “Kişiliğin” kadar kardeşsin, “kişiliğin” kadar insan!