Karavan: Yaşlılık ve benlik üzerine bir hikaye
Çocuklarınızı büyütmüş, evlendirmiş, iş güç sahibi yapmış, boyunuzca torunlarınızı sevmiş, dünyadan kâm almış ve yavaş yavaş terk-i diyar etme vaktinin geldiğini idrak etmişsiniz. Bir yandan başlayan hastalıklar hayatı çekilmez bir yük haline getirirken, diğer yandan çocuklarınıza ve torunlarınıza bela olma, onların hayatını eziyete çevirme kaygıları başlamıştır. 50 yıldır hayatı paylaştığınız ciddi anlamda entelektüel donanıma sahip eşiniz, beynini boş bir tenekeye çeviren Alzheimer hastalığından muzdarip, siz ise giderek tüm organlarınıza aç kurt gibi saldıran bir kanserin yıkmaya çalıştığı bedeninizi hayatta tutmaya çalışıyorsunuz.
Artık yaşlısınız, 70 küsur senedir sizi taşıyan bedeniniz durmadan hata
veriyor, emrettiğiniz komutları yerine getiremiyor. Zaman, gün içinde sık sık,
"gelecek" başlığında
size yer vermek istemediği uyarısı yapıyor. Zihniniz bilir iken bilmez olmuş, 5
dakika öncesini hatırlayamıyor, yanında uyandığınız kadını tanımıyorsunuz.
Bedeniniz ise bağırsak ve kas kontrolünü sağlamaya başladığınız 1-3 yaş
arasındaki dönemin öncesine dönmüş durumda. Hâsılı kelam yaşlandıkça daha çok sevdiğiniz
ve bağlandığınız dünya sizinle olan bağını koparmak istiyor artık.
Peki soru şu: 50 yılınızı verdiğiniz, büyük bir aşkla benimseyerek birbirinize
el ayak, göz kulak olduğunuz eşiniz gün içinde birkaç kez pırıl pırıl bir
zihinle "size döndüğü anlar" dışında isminizi bile unutmaya başlamış
halde iken siz de belalınız olan kansere her an yenik düşmek üzere iseniz ne
yaparsınız?
Akla ilk etapta iki cevap geliyor: Ya çocuklarınızın hayatını cehenneme
çevirmeyi göze alıp tüm varlığınızla onların vicdanına ve insafına kendinizi
teslim edersiniz, ya da iyi bir yaşlı bakım yurdu bulup emeklilik
imkânlarınızın elverdiği şartlarda sığınacak bir ortam bulup orada ölümü
beklemeye başlarsınız.
Türkçeye "Karavan" olarak çevrilen filmde Helen Mirren ve Donald Sutherland'ın
canlandırdığı karakterler, "bu aşamada ne yapılmalı" sorusuna
kendilerince farklı bir cevap üretiyorlar. Ella ve John, akranlarının davranış
kalıplarının dışına çıkarak, garajda kendileri gibi yaşlanmakta olan
karavanlarına atlayıp ömürlerinin son deminde içlerinde kalan tortuları
gidermek, hayatın sunduğu güzellikleri son bir kez sindirerek yaşamak ve
birlikte yaşanmış bir hayatı birlikte noktalamak üzere güneye doğru yola
düşüyorlar.
Hikâye kim zaman sesli sesli güldürecek kadar komik, kimi zaman göz dolduracak
kadar hüzünlü bir formatta akıyor, akarken de geçen giden zamanı, hayatı,
yaşlılığı, ölümü, aşkı-bağlılığı sorgulatıyor. yani esasen filmin maksadı
fazlasıyla hasıl oluyor.
Erik Erikson, sekiz
aşamalı psiko-sosyal gelişim kuramında son aşama olan 60 yaş üstü dilimi,
"benlik bütünlüğünün tamamlandığı dönem" olarak tanımlıyor. Yani bu
dilimi kişinin, geçmiş yaşantıların tümünün kendine ait olduğunu kabullendiği,
geçmişle ilgili pişmanlıklardan arındığı aşama olarak görüyor. Yalnız her
yaşlının bu arınmışlığı yakalayabilmesi, kaygı ve korkularından kurtulabilmesi
mümkün olmuyor. Bunu başarmak belli bir geçmiş muhasebesini ve iç-dış
hesaplaşmalar yapmayı gerektiriyor. İşte sıra dışı çiftimiz bu yolculukta
içlerinde ukde olarak duran meselelerle hesaplaşıyor ve geçmişteki soru
işaretli bölgeleri çözümlüyorlar. Ne zaman ki o çözümleri yapıyorlar, artık
çatışmalar sona eriyor, Erikson'un bahsettiği benlik bütünlüğünü,
tamamlanmışlığı, huzuru yakalıyor ve ölümle barışıyorlar.