Dolar (USD)
34.92
Euro (EUR)
36.39
Gram Altın
2942.93
BIST 100
10025.47
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

Karanlık aydınlar!

Bir ülkenin beşeri ihtiyaçlarına müstakar çözüm ve hayatiyet bahşederek süregelen nizamının müesses mahiyetinden bahsedebilmek öncelikle kıymet hükümlerinin yani değerler sisteminin kadim olmasına merbuttur. Halkının ruhundan neşvünema edince, Hegel’in tabiriyle tin’in tarih içindeki yürüyüşünün şahikası mevkiine mazhar ve adına devlet denen sosyo-politik organizasyon ancak ve ancak kendi kadim ve otantik kültür değerleri ve kıymet hükümlerini bengi cevher hükmünde telakki edip müesses nizamın genotipini sahih surette tesis ve inşa ettikten sonradır ki Mehmet Akif merhumun tabiriyle asrın idrakine söyletebilecek kurtuluş muştusu asardide bir medeniyet tasavvurunu müdrik, fertlerinin şuuru muhkem ve özgüveni mütehakkim, benlik duygusu içre kendilik bilincine erdikten sonradır ki hayatın akışına şahitliğin ötesinde bir özne olarak yön veren millet safına inkılap edilebilir.

Bu cümleden olarak, bir kültür bir diğer kültürün sanayi, endüstri, teknoloji, spor ve sanatını ithal etmesi ve egemenlik sınırları içerisinde intibak etmesi güncel ve dinamik hayatın bir gereğidir. Buna karşın bir kültürün yabancı bir egemenliğe ait hukuk, ahlak ile örf ve âdetini iktisap ederek milli unsuru haline getirmesi eşyanın tabiatına aykırıdır. Pozitivizm akımının büyüsüne kapılarak eskiye dudak büküp, mirası reddetmek evvela mecellenin kadîm kıdemi üzere terk olunur hükmünü yok saymaktır. Zira medeniyet beşerin müşterek cevherleri, mukaddes fıtratın rikkat imbiği ve aklı selimin dikkat süzgecinden en rakik ve dakik mahiyette kanaviçe misali işlene işlene nakşedilerek billurlaşmış, tarihi ve irfani tecrübenin ilham verici, etik, estetik ve entelektüel bir şahikası mevki itibariyle mişkatül ahkâmdır. Dolayısıyla yaşanılan çağın meydan okumaları ve meselelerine yanıt verebilmek suretiyle özge bir millet olma asaletini muhafaza ve ibraz şöyle olabilir. Mevlana hazretlerinin pergel metaforunu kullanarak dersek, pergelin sabit ayağını alem-yaratıcı-insan tasavvurundan esasını alan medeniyetimize sabitleyerek hareketli ayağı ile dünyaya açılmak lazım geldiğidir. Bu yapılabildiği ölçüde metafizik karşıtlık adına sönümlendirilen mukaddesat yerine sosyal dokunun manevi bağı diye ikame edilen yüceltilmiş benliğin toplumsal örüntüsü aşırı milliyetçilik ve ırkçılık çağında elbette koskoca bir ironiden başka anlam ifade etmeyen, ben-i âdem azâ-i yek-digerend diyen Sadi Şirazi merhumun veciz sözünün Birleşmiş Milletler binasında epigrafik bir envanter olmaktan çıkıp hüküm ferma olabilmesi belki de enenin yani benlik ve öteki dikotomisinin miyopluğundan ufka irtifaen nazargah kılınacak hüveye kalben nigahban olmak yerli iç dinamiklerinden beslenmesine bağlıdır.

Aksi takdirde güneşe sırtını dönen ben, kendi karanlığı içinde öğrenilmiş bir çaresizliğin içinde debelenip durur, üst benden uzaklaşır, arzunun peşinde koşar, bir müddet sonra da denetlenemez arzunun kölesi olur. Zihnin kargaşa ve kaosu onu sürekli iktidarı elde etme zevkinin peşinde koşturur; iktidarı elde etmek için her yolu meşru bilir. Yasalar onun için artık engel teşkil etmez. Üst ben dediğimiz süper ego, nefis dediğimiz ide tabi olur. Kısa zaman içinde sergilediği estetik ve nazik üst ben tavırları bir anda fetişe olup hemen şiddete inkılap eder. Öğrenilmiş kişilik devreye girer. Akıl başkasının cebine girer. Gönül arzuların peşine düşer. Beden de putların önünde eğilmeye başlar.

Bundandır ki 19. asırdan beri sırtımızı döndüğümüz vahiy güneşi ile yüzümüzü döndüğümüz modernizmin seküler tüketim köleliği arasında yaman bir çelişki yaşayan Anadolu insanının travmaları tarif edilemez. Üretmenin heyecanı olan zihnin işletilmesi bağnaz ve dogma olan izimlerin fetişist değirmen taşları arasında un ufak edildi. Aydınlanmanın bize görünen yüzü karanlık oldu. İnsanımıza en büyük kötülük aydın adı altında aydınlanmamış öğrenilmiş kimliklerden gelmeye başladı. Masum ve cahil denilen ferasetli halkın arasındaki en büyük nifak aydın veya sanatkar görünümlü yoz ve beşer dogmasının putu karşısında sürekli serfuru eden ve aklını kiraya veren odipal karmaşanın kölesi haline gelen şahsiyetler tarafından oldu.

Sanat-siyaset hattında yürüyen bu lokomotifsiz vagonlar her defasında kendi çıkarlarını öncelerken libidinal arzularının tatmini için üst beni öğrenilmiş ve kendilerine dayatılmış kişilik olarak gördüler. Putların önünde eğildiler. İdin bataklığında debelenirken yüzlerine akseden çirkinlikleri misk ü amber olarak gördüler. Yalan söylemek ve yenilgiyi zafer olarak ilan etmek karakterleri oldu. Hayata tutundukları dal ve yaşama sevinçleri bu yalan ve hile pergeliydi.

Sureten medeniydiler. Davranışlarında iktidardayken bilincin sanat-siyaset argüman ve parametreleri varken kaybettiklerinde bilinç dışında olan bütün bağnazlıkları ve çirkinlikleri bir anda bilince vurdu. Ham barbarlığın en somut belirtileri sergilenir oldu.

20. yüzyıldan itibarense bu toprakların saf ve sade insanının zihni yapısını; liderin peşinde koşan, meşrui meşvereti yok sayan, görünüşte bir meclise sahip hakikatte bir putun önünde serfuru eden liderlere tabi bir kitle istila etti. Batı dünyası ısrarla üst ben dediğimiz vahyin kutsadığı ilahi vergi olan iradeyi öncelerken genelde doğu dünyasında özelde bu topraklarda ısrarla üst ben dediğimiz iradeyi yok sayan ve liderin tahakkümü altında itirazsız itaati önceleyen beşeri dogmalara tabiiyeti hakim kılma süreci başladı. Yasa yerine lider, iyilik yerine arzuların tatmini ve gelecek inşası yerine beşeri dogmaların varlığı için her yolu meşru kılacak imkanları kullanmayı esas kıldı. Atavizm ise kesintili olan, geçmişi tanımayan, geleceği inşa edemeyen sadece bir putun önünde eğilen bir paradigma haline geldi. Ehliyet yerine lidere ehemmiyet verildi. Yasa sadece lideri koruma üzerine kurgulanıverdi. Kurumsal hafızalar liderin isteği üzerine şekillendi. Ve neticede bize en uzak tarihimiz yakın tarihimiz oldu. İnsan gerçeğimiz hep örselenerek liderlerin ihtiras ve intikam arzularının kurbanı oldu. Her iktidar değişimi bir rövanşist yapıya büründü. Bir önceki dönemin bütün güzellikleri yok sayıldı, olumsuzlukları ise bir intikam vesilesi.

21. yüzyıla gelince daha trajik bir sahne ile karşılaştık. Bütün öğretilerin iflas ettiği bir zaman diliminde tek iflas etmeyen yine her zamanki gibi vahyi gerçeklikti. Bu gerçeklik o kadar aşikar idi ki, kendini solda gören sağcılar ve sosyal demokratlar dahi propagandalarını vahyin bu saf hakikati üzerine bina etmeye başladılar. Hatta siyaset-sanat koridorlarında at koşuştururken bu hakikate çok yüzlü öğrenilmiş kişilikler olarak sarıldılar. Toplum ise bu gidişe sevinir gibi oldu. Artık neredeyse yüz yıldır önünde eğildikleri putlardan ve akıllarını kiraya verdikleri parti ağalarının prangalarından kurtulduklarını zannettiler. Bundan ötürü de onları tercih ettiler. Hatta geçici bir iktidar sevinci yaşattılar. Ağızlarına bir parmak bal çaldırdılar. Sonra da yapılan yanlışlıklardan dolayı bu balın zehirli bir bal olduğuna hukuk bazen hükmetti. Ve halkın hakemliğine yeniden baş vurulmasını istedi.

Aman Allahım! 21. asrın Anadolu insanı ne kadar talihsiz imiş. Kuzu postuna bürünmüş kurt ve çakalların gerçek yüzleri ne kadar dehşetlerle dolu imiş. Onca kibarlık ve nazikliğin altında gizlenen kabalık ve barbarlık ne acı bir gerçekmiş. Gerçeğin mutlaka ortaya çıkma huyu var ya, nasıl da insanı kendine getirirmiş. Bir taraftan dokunulmaz deyip de milletten yetki alanların putun önünde eğilerek onun dışında yok saymadıkları kutsal kalmazken, diğer taraftan medeni ve kibar görünenlerin bilinç altındaki çirkinliklerin ve öğrenilmiş kişiliklerinin dehşete düşürecek tarzda dışa vurumu 21. yüzyıl Anadolu insanını tekrar dikkat ve teenniye davet etti.

Efendim! Sanat ve siyaset koridorunda yürüyenlere dokunulmalıdır. Hem de hukukun en keskin kılıcı ve hassas terazisiyle. Yoksa yüz yıldır bu halkı durmadan örseleyen ve beşeri dogmaların arkasına gizlenerek bireyin ilahi vergisi olan iradesini yok sayan itirazsız itaatin acısı dinmeyecek. Siyaset ve sanata istenilen seviye gelmeyecek. Siyasette dilin ihmal edilen üst dili ile sanatta benin yok sayılan üst beni varlığını gösteremeyecek. Siyaset, iktidarı için her şeyi meşru gören bir dil kullanırken sanat da bütün arzularının tatmini için sadece benin yani idin libidosunda dolaşıp duracak.

Herkese haddini bildirecek bir adalet ve her elinde yetki bulunana da estetik medeniyetimizin merkezinde insanın olduğu bir zihni inşa kaçınılmazdır. Nitekim hukuk, içtimai kıymet hükümlerinden neşet ettiğinden naşi hayat kaideleri mantık ve tecrübe kurallarına mübayenet oluşturmaz. Çünkü uygulanacağı toplumun beslendiği örf ve adet kuralları ile âlemşümul hukuk ilkelerine ters düşemez. Bilakis, nassın istimali öyle bir hüccettir ki anınla amel vacip olunur diyen kavaidi külliye gereği, doğrudan doğruya ilhamı bunlardan alıp kanun koyucunun idrakine söyletmeli nizamını. İnsanoğlu toplumsal bir varlık olduğundan naşi buna uygun olarak yaratılmıştır. Nitekim toplum ile hukuk ayrılmaz bir bütünlük oluşturduğundan maddi ve manevi varlığını da bir düzen içerisinde ancak hukuk marifetiyle muhafaza ve idame ettirmiştir. Dolayısıyla pergelin sabit ayağını medeniyetimize sabitleyip hareketli ayağı ile dünyaya açılmak lazım gelir. Kaynağı ve özü itibariyle milli bir hukuku vücuda getirirken İsviçre-Alman hukukunun birikiminden faydalanmak buna karşın tahakküm ve saplantısından da kurtulmak elzemdir. Belki de bu sayede normatif bir düzenlemenin kaynağı ecnebi hukukta değil doğrudan öz dinamiklerimizden doğan milli hukukta aranacaktır. Bu husus, gerek uyuşmazlıkların özü gerekse hadiseye doğru ve yasa koyucunun muradına uygun çözüm üretmek bakımından sıhhatli ve adli bir çözüm sunacaktır.

Bütün bunlarla beraber enfüsi tefekkürü derinleştirirsek afaktaki davranışlarımız hikmete duçar bir hal alır. Vahayfımız acınacak halimize mebni olmalı. Biz değişirsek değişir alem. Kendimizi değiştirmedikçe adalet ve hikmet bir de nezaket gelmez bu iklime.

· Bu yazının tenkit ve tekmilinde fikirlerinden istifade ettiğim Adem Kahriman Bey’e müteşekkirim.