Karaman’da kadın çalıştayı
Geçen gün Karamanoğlu Mehmet Bey Üniversitesi Kadın Araştırmaları Merkezi tarafından düzenlenen kadın çalıştayına katıldık. Bu vesileyle başta rektör Prof. Dr. Mehmet Akgül beyefendi olmak üzere emeği geçen Merkez müdürü Oya Eryiğit Günler ve yardımcısı Hasibe Ceyhan hanımlara; İslami İlimler dekanı Fikret Karapınar ile Öğretim Üyesi Ali Bayer ve Mustafa Özdemir ve ismini burada sayamadığım hocalarımıza teşekkürlerimi arz etmek isterim.
Çalıştay “Sosyal Politikalar Açısından Kadın ve Aile” konusuna özelleşmişti. Bu bağlamda çalışma hayatı, değerler, aile ve çocuk, aile içi sorunlar, yeni hukuk düzenlemeleri ve aile şeklinde beş konu farklı masalarda tartışıldı. Bu masalarda sahada bu konularla uğraşan üniversite dışında çalışan kişiler de bulunmaktaydı. Doğrusu teori ile pratiği bir araya getiren bu mantığın, çalıştaydan sağlıklı sonuçlar alınması açısından faydaları olduğu kanaatini taşımaktayım.
Çalıştay, bir usul takip ederek yapıldı. İlk oturum, sorunların tespiti; ikinci oturum, bu sorunlara yönelik çözüm önerileri ve üçüncü oturum da bunların raporlanması şeklinde düzenlenmişti. Sonunda her masanın moderatörü kendi masasından çıkan kararları tüm katılımcıların önünde açıkladı. Tüm bu bilgilerin toplanarak sonuç bildirgesi ve raporun nihai sonucunun yayımlanması planlanıyor.
Yapılan tartışmalar ve deklerasyonda, kadın konusunda ortak bazı konsensus noktalarının yakalanması benim için dikkat çekiciydi. Birinci olarak, kadın konusunda bir paradigma değişiminin gerekliliği hemen göze çarpmaktadır. Sürekli dışarıdan çözümler getirmeye çalışan anlayışların kadınları temsil etmekten uzaklığı ve gündelik kadın hayatını karşılayamaması bugün artık görünen bir sorun olmuştur.
Kadın haklarını bu zamana kadar savunan birçok feminist anlayışlar, kadın ve erkeği birbirine rakip şekilde konumlandırdılar. Bu ise, kadın ve erkek dünyalarının giderek birbirinden ayrışmasını sonuçlamaktadır. Öncelikle insan ortak paydası altında, dünyada sorumlu birer varlık olarak kadın ve erkeği görmek gerekmektedir. İkincisi, kadın ve erkeğin hukuk açısından eşit, ancak doğaları, biyolojik yapıları ve buna bağlı olarak sosyal rollerinde birbirinden farklı olduğu dile getirildi.
Büyük oranda feminist jargon, ciddi anlamda bu farklılık kavramına itiraz etmekte; hatta radikal feministler bunu, kadın üzerinde tahakküm kurmanın bir meşrulaştırıcısı olarak okumaktadırlar. Halbuki erkek ve kadının insan ortak paydasında ortaklığı, ancak birbirinden bakış açısı ve perspektiflerinde farklı olması birbirini tamamlayıcılık niteliğine vurgu yapmaktadır. Yoksa farklılık, cinsiyetler arasında bir ayrımcılık değildir/olmamalıdır.
Önemli olan ve çoğunlukla dikkat edilmeyen üçüncü nokta, özellikle post/modern dönemde uygulamaya konulan beden politikalarıdır. Feminist yaklaşım, “bedenim benimdir” parametresini kabul ederek hareket ettiğinden insanın ve özelde kadının kendi bedeni üzerinde tasarruf yetkisinden bahseder ve özgürlükleri de bu zihniyet çerçevesinde kurar. Halbuki İslam’ın bu konudaki parametresi, “beden bize emanettir” şeklinde ifade edilir. İnsan ve özelde kadın da bedeni Tanrı’nın bir emaneti olarak görüp ona göre korumak durumundadır.
Kanaatimizce, İslam insanı dünyada sorumlu bir varlık ve Allah’ın halifesi olarak tanımladığından, bir amaç ortaya koyar. Halbuki tüm post/Modern akım ve düşüncelerin dünyadaki temel amaçlarının ne olduğu net değildir. İnsan büyük oranda salt dünyevi ve maddi bir hayatın içinde tanımlanır. Halbuki insan böyle bir tanımın içine sığamayacak kadar devasa bir yer işgal etmektedir. Kadınlar ve erkekler birbirinin rakibi değildirler.