Karakter inşa eden maarif
Eğitim, toplumları geliştiren ve devletleri ilerleten en önemli alandır. İnsanlara ruh ve karakter kazandıran maarif, medeniyetleri kurar. Bilim ve teknik ise, onlara eşlik eder. Mütefekkirimiz Nurettin Topçu, maarifi konu ettiği eserinde (Türkiye’nin Maarif Davası) her medeniyetin yeni bir hikmet getirdiğini belirtir. Ancak Batı kültürünün merkezinde hikmet ve felsefe geri plandadır. Daha çok teknik bilgiyi üreten fizik ve kimya bilimleri, onlar nezdinde daha makbuldür.
Antikçağ Yunan aklî düşüncesinin mazlum filozofu Sokrat, Batı dünyasında yeni bir çığır açar. O, felsefeyi fizikten başlayarak ahlâkın yüksek seviyesine taşır. Yaşadığımız çağ ise, Topçu’ya göre, bunun aksi bir yöntem ve tavır içindedir. Günümüz insanı ise ahlâktan fiziğe doğru bir yönelişin temsilcisidir.
İslâm dünyası, Batı’nın madde merkezli anlayışını ruha çevirerek bir ‘aşk ahlâkı’ üretme çabası içinde olmuştur. Ancak bu yöneliş son üç yüzyıldır akamete uğrayarak idealist terakkisinden uzaklaştı. Topçu’nun ifadesiyle ‘felsefe, tarihi şuuru ve sanatta esas olan hayal gücünün yaratıcı aşkı, medresenin tanımadığı değerler halini aldı. Üç yüzyıl ilerleyen ruhsuzluk ve duygusuzluk, geçen asrın içinde medresenin kapılarını birer birer kapatan maarif inkılaplarımızla sonuçlandı. İnkılaplar reform mahiyetinde değil, medresenin ruhunu ıslah edici değil, onu yıkarak yerine Batı’nın maarifini koydu.’(TDM, 36-37)
Cumhuriyet öncesi Meşrutiyet maarifinin, Fransızların 1902 eğitim programlarını benimsemesinin olumsuz sonuçları oldu. Nurettin Topçu, bu olumsuz sonuçları tutarsız ve isabetsiz olarak nitelendirerek maarifteki taklitçiliği eleştirir. Ona göre ‘Mekteplere modern matematik, fizik, kimya ve tabiiye dersleri kondu. Ancak Batı’dan aktarılan bu derslerin yanında edebiyat, tarih ve felsefe dersleri de Sultani’de (lise) yer almakta idi. Fakat okullarda millî tarihimizden çok dünya tarihine yer veriliyor, felsefe dersi bütünüyle Batı’dan aktarılıyordu. Hakikat aşkı olan felsefenin benliğimizde kaynağı kurutulmuştu. Felsefe dersleri, düşündürmüyor, ezberletiyordu. Felsefe dersi millet vicdanında değer hükmü yaratmadı. Sadece kendi ruhumuzdan sıyrılıp Batı’nın ruhunu benimsemek heves ve iddialarıyla oyalandık.’
Maarif konusunda Cumhuriyet öncesi Meşrutiyet’te birtakım girişimlerde bulunuldu. Bu teşebbüsler birtakım tartışmalara sebep oldu. Ancak eski ve yeni arasında yapılan bu tartışmalar yeni bir ruh dalgası ortaya çıkarmadı. Topçu, yenilik isteyenlerin bir girdaptan çıkarılabilmek için Batı’nın kucağına atıldığını üzülerek ifade eder. Ne yazık ki insanımız kendisini kurtaracak ilim, felsefe ve ahlâkı Batı’dan devşirme çabası içerisinde bulunur.
Meşrutiyet dönemi maarifi gerçekten acınacak bir hali yansıtır. Topçu öğrencilerini anlatırken, eğitim konusundaki zaafların geçmişini bize hatırlatmaktadır: ‘Meşrutiyet nesli çocuklarının derste henüz sarıklı hocadan teyemmümle misvak kullanma tarzını öğrenirlerken sıra altında gizlice Buchner’in Madde ve Kuvvet tercümesini okuyarak elden ele dolaştırıyorlardı.’
Eskinin devamını isteyenlerin ruhsuz tavırları, yenilik taraftarlarının şuursuzluğuna galip geldi. Filozofumuz Topçu’ya göre, ‘Hocanın kararmış kalbi, Garp taklitçilerinin şuursuzca getirdikleri zehri deva sandırdı. Garp kalesine sığınan yenilik taraftarları üstünlüğü sağladı ve eskileri susturdu.’
Cumhuriyet’le birlikte mektep, seküler bir kuruma dönüştü. Bunun sonucunda din ve kültür, maarifin dışına atıldı. Nurettin Topçu, eğitimin Batı tarzında bir yöne girmesi neticesinde millî tarih ve millet dilinin sarsıcı bir hal aldığını düşünür. Bununla birlikte okullardaki felsefe kültürü büyük darbe alır. Öncelikle metafiziğin Allah bahsi lise programlarından çıkarılır. Akabinde ruh bahsi ders müfredatı içerisinden atılır. Metafizik konulardan yoksun lise programlarından ahlâk konuları da iyice daraltılır. Sonunda pozitivist görüşün hakimiyeti bütün eğitim sistemine nüfuz eder. Dil Kurumu’nun girişimleriyle kültürün özünü oluşturan dil ise, filozofumuza göre, ‘ilkel cemiyet dili haline gelir.’ (TMD, 37-39)
Millet dili, millî tarih ve milletin ruhuyla irtibatı kopmuş olan ve kültürün yerine tekniği ikame eden bir maarif sistemi, millî eğitim olarak isimlendirilir. Fransız eğitim sisteminden esinlenen bu kavram, hakikatte taklitçiliğin bir hatırası olarak kalır.
Taklitçi etkiler karşısında dirençli bir tavır sergileyen Nurettin Topçu, maarif sistemindeki yabancı dille öğretim usulünü yabancı milletlerin kültürüne teslim olmak olarak değerlendirir. Ona göre, yabancı dille öğretim, ‘düşman silahı ile değil, içimizdeki yıkıcı irade ile millet ruhuna karşı kazanılmış zaferdir. Millet ruhu ile bağları kopartılan bugünkü okul, millete insan yetiştirmek için değil, fabrikaya usta yetiştirmek için çalışıyor. Ruhsuz, idealsiz, inançsız bir öğretim gençliğe karakter yerine hüner verecek ve insanı elbette aşağı canlıların hizasına indirecektir.’
Topçu, yeni özgün bir mektep arayışındadır. Zira bu mektep, Hakk’a götüren bir yol ve aydınlığa açılan bir kapıdır. Ancak düşünürümüz, mektebin bugün için gençliğe ‘karakter mayası aşılamadığına’ dikkat çekmektedir. Bundan dolayı millî mektebin gerekliliğini savunan Nurettin Topçu, ruh ve ahlâk mektebi inşasına inanmaktadır. Ona göre, ‘yeni mektep, düşünen ve seven insan yerine usta adam, çok kazanan adam yetiştirecektir. Lakin bu insan, içinde bunaldığımız bu karanlıktan bizi kurtaramayacak.’
Yapılması gerekeni Topçu, ‘insan mektebi’ inşa etmekle tasvir etmektedir. İnsan mektebi bizi ruhumuza kavuşturacak okuldur. Bu okul, Nurettin Topçu’nun ifadesiyle ‘her hareketimizin ahlâkî değeri olduğunu tanıtsın; hâyâya hayran gönüller, insanlığı seven temiz yürekler yetiştirsin; her ferdimizi milletimizin tarihi içinde aratsın; vicdanlarımıza her an Allah’ın huzurunda yaşamayı öğretsin.’
Filozof Topçu’ya göre, yeni mektepte, yani ‘insan mektebi’nde edebiyat, tarih ve felsefe kültürü temel dersler olarak okutulmalıdır. Yeni mektebin muallimleri ve mürebbileri bir memur gibi vazifede bulunmaz, örnek model insan olarak rehberlik yaparlar. Böylece millet maarifi kurulur ve ruhlarımızda hakikî bir diriliş gerçekleşir. (TMD, 39-42)
Millet maarifiyle özüne dönüp ruhunu tanıyan ahlak insanları yetişir. Şahsiyet ve karakter inşası gerçekleşir. Hakikat, karakter ve şahsiyetin tarafı kazanır. Kadim medeniyet yeniden ihya edilir. Tarihin kanıtladığı gibi, tekrar yöneten ve hükmeden erdemli ve âdil bir medeniyet safhasına geçilir.