Karaelmas diyarı ‘Zonguldak’
Batıdan, mavi ile yeşilin arasından, kara ile denizin birleştiği kıyı şeridini izleyerek; doğudan ise güz mevsiminde bir renk cümbüşüne dönüşen orman denizinden doğayı seyrederek ulaşılan, akarsu vadileriyle yer yer derin bir biçimde parçalanmış bir şehirdir Zonguldak.
Adının sazlık ve kamışlık anlamına gelen zongalıktan mı, sıtmanın titremesini tarifen zonklamaktan mı, sisli bir havada gemisiyle buraya giren kaptanın sis kalktıktan sonra burası zongalıkmış demesinden mi, yoksa semer otu zonguradan mı aldığı kesin olarak bilinmeyen ve her ne kadar cumhuriyet şehri denilse de tarihi Frigyalılar’a kadar uzanan Zonguldak ili, karaelmas diye bilinen kömürüyle meşhur bir kıyı ilimizdir.1830’dan itibaren kesin olarak bilinen ve çıkarılan taşkömürü sonrası adeta iki katlı şehir haline dönüşen Zonguldak, altında ve üstünde nice acı sahnelere şahit olmuştur.
Kıyıya yakın yükseltilerin oluşturduğu dağ sırasının altında zengin taşkömürü yatakları bulunan bu yazgısı kara ilimizde, insanların denizden uzaklaşıp mavi ile baş başa kalabileceği yerler aradığında daha çok baraj gölleri ve göletler ile karşılaşır. Kömür ihtiva eden tabakalar arazinin yüzeyinde kendini gösterir. Acaba nerede kömür var diye derinliğine arama yapmaya ihtiyacın kalmaz. Ilıman Karadeniz iklimini hissettiğiniz bu yerde, Alaplı’dan Ereğli’ye giderken denizin haşin duruşunu, Çaycuma’dan Gökçebey ve Devrek’e giderken tabiatın tatlı gülüşünü damarlarınıza kadar hissedersiniz.
Ülkemizin tamamında olduğu gibi Zonguldak da tarihini, kültürünü ve mirasını dünya pazarına sürebilmiş değildir. İlk Hıristiyanların ibadethane olarak kullandığı Cehennem ağzı Mağaraları, Hellenistik döneme ait olan sur kalıntıları, Karadeniz Ereğli’nin kent surlarının çevrelediği tepede bulunan Karadeniz Ereğli Kalesi, iri kesme taş bloklarla inşa edilmiş Herakles Sarayı, antik çağdan kalma su tesisleri, Çeştepe Fener Kulesi, Bizans Sarnıcı kalıntıları, anıt mezarlar, camiye çevrilen kiliseler, konaklar ve Filyos Nehri’nin Karadeniz’e döküldüğü alanda kurulu Filyos Antik Kenti bu ili dünya pazarına taşımaya yeter de artar bile. Her biri bir tarih olan bu yapıtlar ticari zekâsı olanlar için şehri değil ülkeyi kalkındıracak gelirlere vesile olabilecek değerdedir. Bir ilimizde bunca eser olduğunu göz önüne aldığımızda bütün bir Anadolu’yu düşündüğümüzde, düşünmesi bile insanı heyecanlandırıyor. Ereğli’de Fatih Sultan Mehmed’in gönderdiği Fetih Çınarları’nın altında gezinirken tarihten sesler duyarsınız. Eğri bacadan hayali dumanları salıverirsiniz göklere.
Zonguldak’ın, Karadeniz kıyısı boyunca uzanan koyları, doğal kumsalları, yarıdan fazlasını kaplayan ve dört mevsim yeşil kalabilen bitki örtüsü, her biri ayrı bir doğa harikası olan mağaralarının güzelliği, “Maden Müzesi’ni” gezmediğiniz ve görmediğiniz sürece son iki yüz yıldır Zonguldak’ın çektiği çileleri örtecek cinstendir. Ama Maden Müzesi’ni gezdiğinizde ayrı bir âlem içine girersiniz. Taşkömürü madenciliğinin hayatın her alanda izleri görülen kültürünü bir müze ile kalıcılaştırmak amacıyla inşa edilmiş bile olsa sizin içinizi burkacak cinsten bir dünya ile karşılaşırsınız. Maden Şehitleri listesi ile karşılaşırsınız bahçesinde ve burkulur bir yanınız. Yıllarca maden ocaklarında kullanılan tarihi aletleri seyrederken adeta bir sefere çıkarsınız Zonguldak’ın dibine doğru. Her birinde ayrı bir hayatı okursunuz. Tahta küreklerinden iş elbiselerine, tarihsel dokümanlardan harita resim ve film şeritlerine kadar her şeyde hala izleri duran alın terlerini görürsün. Tarihin fosilleşmiş hayatlarını taşkömürlerinde ararken yüzyıllar geçer gözlerinin önünden. Türkiye’nin yıllardır kömür ihtiyacını karşılamış ve bu konuda lokomotifi olmuş Zonguldak’ın antik tarihini kalıntılarında, son iki yüz yılını bu müzede seyredersin. Tarihin ağırlığını yüklenir, soluğu fenerde alırsınız. Güneşin ufukta denize dalışıyla dalarsınız tarih denizine ve bir durgunluk olarak belirir tarih bedeninizde. Bir Fatiha okunur şehitlerin ardından, bir türkü ulaşır kulaklarınıza “ Karadır kaşların ferman yazdırır” diye. Uğmaç çorbası, cevizli dolması, malayı, tiriti, cizlemesi, keşkeki, cevizli kömeçi sizin olsun, bize şöyle taze balık verin de karnımızı doyuralım dersiniz garsona. Misafirperverlikleri ancak bir destanla anlatılır Zonguldaklıların.
Yudumladığın çayın rengine dönüşünce batan güneşin rengi hafif bir yorgunluk düşer bedenine. Günahını gece ile gizleyenler ağır ağır yol alırken meyhanelere doğru, ağırlaşır göz kapakların, engel olamazsın kapanmalarına. Örtünürsün şehrin ılık gecelerini üstüne ve dalarsın tatlı bir uykuya yeni günün heyecanını hissederek…