Kar yağınca
Kar yağınca sevinçle dolar içimiz. Kar yağınca kayak merkezlerinin işi açılır. Kar, kar tatilini getirir çocuklara. Kar topu oynar her yaştan insan. Kar, rahmettir, berekettir. Beyaz beyaz kardan adamlar misafirimiz olur. Tabiatın sessizliği, dinginliği biraz da ölümü andırır. Kar, tabiatı saran kefendir.
Kar yağmasını istemeyen var mıdır? Çocuklar sıcacık evlerinin pencere önlerinde kar yağsın diye dua ediyor. Peki, kar yağmasın diye dua eden çocuklar da var mıdır? Kar, her zaman sevinç midir, tatildir midir, eğlence midir? Karlı bir günün sonunda leziz bir akşam yemeğinden sonra anne-babalarıyla evlerinin bahçesinde kar topu oynayan çocuklar vardır haberlerde. Ekranlara yansıyan benzeri haberlerin dışında kar haberleri yok mudur? Kar her zaman beyaz mıdır? Karın farklı renkleri de var mıdır? Mesela karın siyah rengi var mıdır? Gelin düşünelim, düşünelim ki kar her zaman önce dağlara mı yağıyor, yoksa gönüllere mi?
Kar yağınca üşüyen çocuklar da vardır. Elleri, ayakları üşüyen çocuklar… Bu çocuklar, aslında ellerinin veya ayaklarının üşümesine çok da aldırış etmezler. Böyle çocukları kar da üşütmez. Onları üşüten şey, kalın kalın giysileriyle, atkılarıyla, eldivenleriyle, sıcacık botlarıyla karın doyasıya keyfini çıkaran veya bir kayak merkezinden yayılan sevinç çığlıklarının sahibi çocukların hâlidir. Bu fotoğraf başka bir dünyanın görüntüsü gibidir. Bu hâle şahit olan çocukların yine eli ayağı üşümez, üşüyen tek bir yer vardır: kalp!
Evet, kalbin üşümesi hiçbir şeye benzemez. Dünya sıcaktan kavrulsa bile kalp üşüyorsa gönül dağlarında kar yağıyor demektir. Böyle yağan kar beyaz değildir. Bu karın rengi siyahtır. Umudu, sevinci azaltan, karamsarlığı artıran bir kar yağıyor demektir. Kar yağınca bir de böyle düşünmeli.
Diğer taraftan kar, edebiyatımızda özellikle şiirimizde unutulmaz bir yer edinmiştir kendine. Kar şiirleri başlı başına incelenmesi gereken bir alandır.
Karacaoğlan, “İncecikten bir kar yağar/Tozar Elif Elif diye/Deli gönül abdal olmuş/Gezer Elif Elif diye” dörtlüğüyle aşığın hâlini ne de güzel anlatır.
Edebiyatımızda XVI. yüzyıldan itibaren yaygınlık kazanan, özellikle ramazan veya bayramların kışa rastladığı yıllarda şairlerin “şitâiyye” adını verdikleri kasideler dikkatimizi çekmektedir. “Arapça şitâ (kış) kelimesinden türetilen şitâiyye ‘kışla ilgili, kışa ait’ mânasına gelir.”
Ziyâ Paşa’nın, “Zemistan geldi hükm-i zemherîr erdi cihân üzre / Felek ak câmeler kesti sevâd-ı bûsitân üzre” beytiyle başlayan kasidesi oldukça ünlüdür.( https://islamansiklopedisi.org.tr/sitaiyye)
Edebiyatımızın unutulmaz kar şiiri elbette Cenab Şahabeddin’in “Elhân-ı Şitâ”sıdır.
“Bir beyaz lerze, bir dumanlı uçuş,/Eşini gâib eyleyen bir kuş/Gibi kar/Geçen eyyâm-ı nevbahârı arar./Ey kulûbün sürûd-i şeydâsı,/Ey kebûterlerin neşideleri,/O baharın bu işte ferdâsı/Kapladı bir derin sükûta yeri/Karlar/Ki hamûşâne dem-be-dem ağlar.”
“Şiirde hüzün hâkimdir. Düşen karlara, bahara ait sevimli unsurların zavallı hâtırası karışıyor. Kaybolan bahar ile bir kader gibi çökmekte olan kış arasında âdetâ bir trajedi cereyan ediyor.”
İnsan hayatının özeti gibidir “Elhân-ı Şitâ” şiiri. Bir döngü, değişim, hâtıra, saadet ve hüzün arasında geçen ömür. Dört mevsimi yaşar insan. Kar, ömrümüzün susuşudur.
Meşhur kar şiirlerinden alıntılarla sözümüzü bağlayalım. Yahya Kemal’in, "Bin yıldan uzun bir gecenin bestesidir bu; /Bin yıl sürecek zannedilen kar sesidir bu." dizeleri;
A.Muhip Dranas’ın, “Kardır yağan üstümüze geceden,/Yağmurlu, karanlık bir düşünceden,/Ormanın uğultusuyla birlikte/Ve dörtnala dümdüz bir mavilikte/Kar yağıyor üstümüze, inceden.” dörtlüğü;
İsmet Özel’in, “Neden büyük ırmaklardan bile heyecanlıydı/Karlı bir gece vakti bir dostu uyandırmak.” dizeleri bizi derin düşüncelere daldırır.
Sezai Karakoç’un “Kar” şiirinden bir bölümle sükûta varalım:
“Ben bu şiiri yazdım âşık çeşidi/ Öyle kar yağdı ki elim üşüdü/ Ruhum seni düşününce ışıdı/ Her şeyi beni anlayınca anlayacaksın”
Bir âşık, kardan adam misali eriyerek yavaş yavaş düşüyor, kar yağınca kalp üşüyor!