Kar hatırlatmakta ve uyarmaktadır!
Bugünlerde hep karı konuşuyoruz. Karın çok az yağdığı bir kış mevsimi yaşıyoruz. Uzun süre kar ve yağmur yağmadı. Karın yağmaması, hepimizde bir kuraklık korkusu uyandırdı. Karsızlık durumunda önümüzdeki günlerin nasıl kabusa dönüşeceğini fark ettik. Karın hayatımızın canlılık kaynağını olduğunu unutmuştuk. Kar ve hayatın birbirinden ayrılmazlığını hissettik. Kar yağar yağmaz kendimizi dışarı attık. Karda yuvarlandık. Kartopu oynadık. Kardan adam yaptık. Çektiğimiz kar fotoğraflarını paylaştık. Kar sevincini olağanüstü bir şekilde paylaştık.
Kar; bolluğun, bereketin, sevincin ve sevginin kaynağı ve sembolü oldu. Karı özlemişiz. Aslında özlediğimiz bahardır. Karın bize baharı getireceğini biliyoruz. Kar olmadığı takdirde baharın gelmeyeceği gerçeği, hepimizi korkutmaktadır. Hayatı ve baharı özlüyoruz. Kara, bahara ve hayata muhtacız. Tabiatı tahrip ettiğimiz için kar, bahar ve hayat bize küstü. Tabiata kendimizi affettirmeliyiz. Karda oynama arzusu artık yetmemektedir. Baharı özlemekle, artık bahar gelmemektedir. Karı, yağmuru ve baharı hak etmek lazımdır. Tabiatı yağmalayan insanoğlu, iklim değişikliği gibi ağır bir durumla karşı karşıyadır. İklimlerin değişmesine, tabiatın düzeninin bozulmasına insan neden oldu. Dört mevsim, artık sırayla gelmemektedir. İnsan, yağmacılığının, hırsının, doymazlığının ve vahşiliğinin bedelini karsızlık, kuraklık, yağmursuzluk, baharsızlık ve hayatsızlık olarak ödemektedir.
Tabiat ve kar, bize hayat vermektedir. Kar beyazlığı, insan psikolojisinde en derin duygular olan saflığı, temizlenmeyi, arınmayı, yenilenmeyi ve yeniden başlamayı temsil etmektedir. Tabiat ve kar, büyülü olgulardır. Kar büyüsüyle, yeni hayatlara kaynaklık etmektedir. Beyaz kar, insanı motive eden, çalışmaya, coşkuya, umuda ve aşka çağıran bir davettir. Yasunari Kavabata’nın muhteşem romanı Karlar Ülkesi’nde karın aşk ve yenilenme uyanışına dönüşünün hikayesini okuyoruz. Kar, aslında ruhumuzdur. Kar, toprakla beraber ruhumuzu da beslemektedir. Tabiatı tahrip ettiğimiz takdirde sadece toprağı değil, aynı zamanda ruhumuzu da tahrip ettiğimizi unuttuk. Tabiat ve ruh çölleşiyor. Kadim medeniyetler, tabiatın bir ruhunun olduğunu bize söylemektedirler. Dağların, nehirlerin, ormanların ve ovaların bir ruhu olduğunu unuttuk. Tabiata ruhsuzca davranmanın aslında ruhumuzu yağmalamak olduğunu fark edemedik. Bugün tabiat ve insan, ruhsuz ve kurak bir çöle dönmektedir. Yaşadığımız bu kar yoksunluğu, ruhsuzlaşan ve kuraklaşan insanlık durumumuzun bir sonucudur.
Kar, içimizi hareketlendirir. Karın gücü, ruhumuzun ve tabiatın derinliklerini harekete geçirmekten kaynaklanmaktadır. Orhan Pamuk, Kar romanında insan ruhunun derinliklerini kar sessizliğine benzetmektedir. Kar yağdığında, içeri kapanmaya imkan yoktur. Kar yağdığında ruhumuz ve bedenimiz, bir an önce kendini dışları atmaya ihtiyaç duymaktadır. Kar, bizi dışarıya, tabiata, tutkuya ve hayata davet etmektedir. İçeri kapanmış, soyutlanmış, tabiatla ve diğerleriyle bağı olmayan bir hayatın çorak bir hayat olduğunu biliyoruz. Karın bizi dışarıya çıkmaya, hapishanelerimizden kurtulmaya, sınırların ötesinde yaşamaya olan daveti, bir özgürlük davetidir. Kar olduğu sürece hayat, özgürlük ve aşk vardır.
Kar yağışı, aslında insanca yaşamanın yolunu da göstermektedir. Yağan kar taneleri, birbirine değmeden, birbirine zarar vermeden büyük bir ritim içinde yağmaktadırlar. İnsanlar ise birbirine zarar vermeden yaşamayı başaramamaktadırlar. Kar, insanlara birbirlerine değmelerini ve zarar vermeden yaşamalarını öğretmektedir. İnsanlar, birbirlerine ve tabiata zarar verdiler. Kar, kendisini kurutan insanoğluna küstüğünden dolayı çok az yağmak suretiyle mesaj vermektedir. ”Kar yağıyor ve ben hatırlıyorum” diyen Nazım Hikmet, aslında karın uyarıcı ve hatırlatıcı mesajını ifade etmektedir. Bu aymazlık, sorumsuzluk ve gaflet halini devam ettirdiğimiz takdirde karı özlemekten, karı nostaljik bir hatıra olarak anımsayacağımız felaket ve kurak günlere gittiğimiz konusunda bizi uyarmaktadır. Kar, hatırlatmakta ve uyarmaktadır.
Karın uyarısını anlamak, insanı, tabiatı, ve Allah’ı anlamaktır. Karın hayatı, insanı, Allah’ı derinliğine idrak olduğunu anlatan Sezai Karakoç’un Kar şiirini okuyalım: “Karın yağdığını görünce/Kar tutan toprağı anlayacaksın/Toprakta bir karış karı görünce/Kar içinde yanan karı anlayacaksın/Allah kar gibi gökten yağınca/Karlar sıcak sıcak saçlarına değince/Başını önüne eğince/Benim bu şiirimi anlayacaksın/Bu adam o adam gelip gider/Senin ellerinde rüyam gelip gider/Her affın içinde bir intikam gelip gider/Bu şiirimi anlayınca beni anlayacaksın/Ben bu şiiri yazdım aşık çeşidi/Öyle kar yağdı ki elim üşüdü/Ruhum seni düşününce ışıdı/Her şeyi beni anlayınca anlayacaksın.”