Kar Altında Hüzün Denemeleri
Bize sevmek yasak, bize gülmek yasak diyordum kardeşlerim. İnanmıyordunuz. Kar altında şimdi hüzün denemeleri yapılıyor. Unutma kardeşim, unutma diyorum. u00c2ma sen de anla. Anla ve anlat bizim de yaşamak istediğimizi onlara... Hüzün var matem yerinde şimdi...
Aşklarımız, inançlarımız işgal altında şimdi. Bıçağın kemiğe dayandığı kadar vicdanları zorluyoruz. Bırakın İslam adına hareket etmeyi, İnsan adına anlam dünyamızı canlı ve diri tutan ruhun ateşi sönmüştür artık. İnsanu00ee olan İslamu00ee de değil miydi. İrademiz ve aşkımız, tercih etme kabiliyetinden mahrum edilmiş, edilgen bir dünyada yaşıyoruz.
Özgürlüğe sıçrayışta sonsuzluk özlemi mi kıstas alındı bilmiyorum. İnsanı kendi yücelişinden ve yükselişinden zevk alacak ve bunu doygunluk noktasına ulaştıktan sonra Şeytan ile komşu olacağı bilinmiyor muydu. İnsanın özgürlüğü adına yapılan bunca eğitim ve kültürel çaba, medeniyetin inşası adına yapılmış olsaydı belki bu trajedi ve yaşanılan ontolojik kriz derinleşmeyecekti. Bugün gelinen noktada pozitivizmin kurgulanmasıyla oluşan bir yapının oluşturduğu paradigma var ortada. Ve bu paradigma bizim insan olarak var olma bilincimizle savaş halinde. Doğulu-Batılı, Kürt-Türk ya da Suni-Şii olarak "sende varsa neden bende yok." Düsturuyla hareket ediyor.
Mehmet Akif misali sözümüz odun gibi olsun ama hakikat olsun adına şunu söylemeliyiz. Biz terazinin bir tarafına ne koyarsak öbür tarafına da aynı malzemeden koymalıyız ki hakikat ışığı ortaya çıksın. Mevlana Celaleddin Rumu00ee'nin Mesnevisinde geçen bir hikayeyi bu minvalde örnek olarak sunabilirim. Hikaye mealen şöyleydi; Bir köylü eşeğine bir çuval buğdayı yükleyip değirmene gidiyormuş. Fakat çuval bir değil iki taneymiş. Köylü, yükü eşeğin üzerinde dengede tutmak için çuvallardan birine buğday diğerini de toprak doldurmuş. Yolda ihtiyar bir bilgeye rast gelmiş. Bilge, selam ve sıhhatten sonra köylüye "çuvalların içinde ne var?" diye sorar. Köylü de birinde toprak öbüründe de buğday var cevabını vermiş. Bunun üzerine yaşlı bilge hiddetlenir. Bre adam çuvalların her ikisine de buğday doldursana der. Böylelikle eşeğinin yükü de azalmış olur. Köylü, ihtiyar bilgenin dediğini yapar. Toprak dolu buğdayı boşaltır. O çuvala diğer buğday dolusu çuvalın yarısını boşaltır. Böylelikle yoluna sağ salim devam etmiş. Ne eşeği yorulmuş ne de kendisi.
İmdi bu hikayeyi rical-i ekrem okumuş mudur, bilmiyoruz. Ama buna benzer hikayelerin çokça okunduğuna, okutulduğuna şahit olmuşluğumuz vardı. Bu hikayenin temelinde milliyetçilik daha doğrusu ırkçılık menşeli disiplinlerin yaptığı çözümler ya da çözümlemeler var. Köylünün eşeğine bindirdiği yük bu gün mevcut olan bir çözüme işarettir. Ki bu çözüm, çözüm olmaktan çok ağır ve altından kalkılmayacak bir yüktür. İhtiyar bilgenin ise öne sürdüğü çözüm, bizim toplum olarak hayalini kurduğumuz bir çözümdür. Yüklerin hafiflediği, adımların daha hızlı atıldığı bir süreç.
Bir zamanlar mutlu bir güruhu hatırlıyorum. Dağlara taşlara ne "Ne mutlu Türk'üm diye" yazıyorlardı. Şimdi de bu mutlu güruha özenen başka bir gurup güya mutlu olmuşlar ve toplumun kalbine başka bir şeyler yazma çabası içerisine girmişler. Bunu yaparken de yakarak, yıkarak ve kendinden olmayanları hatta ırkından bile olsa hayat hakkı tanımayarak.
Yine Yunusu00ee olacak belki ama şu misali de çözüm adına mühim buluyorum. Yıllar önce Viyana Türkoloji bölümünde okuyan bir arkadaşım vardı. Annesi Alman Babası ise Türk olan Dennis Mete'yi bir konferans vesilesiyle onu dinlemiştim. Kendisi Avusturya'dan bir örnek veriyordu. Avusturya'da sayısı elli ile yüz kişi arasında olan bir topluluk varmış. Bunların dili farklı, gelenek ve görenekleri farklı idi. Avusturya Hükümeti bu toplumun dilini hatta gelenek ve göreneklerini ihya etmesi için bir proje başlatmış ve bu projeye hatırı sayılır bir kaynak aktarılmıştır. Sonuçta bu dil yaşanan bir dil olmuştur. Bu da medeniyetin yeniden inşası anlamına gelmez mi.
Bütün temennim kalbimin bir yanıyla yok olmamasıdır. Bütün yorgunluğum, yılgınlığım, hırpalanmışlığıma rağmen dile getireceğiz medeniyetin yeniden ihyasını ve inşasını. Meseleye dilden, tarihten ve bunlarla ilgili olan dil kurumu, tarih kurumu vs. ne varsa yeniden gözden geçireceğiz. Biz milliyetçilik-ırkçılık illetinden kurtulmaya çalışarak çözüm meselesine bakacağız. Ne zaman ki ortak değerler buluşmaya, aynı sofrada yemekler yenmeye başlarsa O zaman kardeşlik hukuku vuku' bulur. Ve sonrasında ise başka birilerinin hevesleri kursaklarında kalır.
Hepimizden farklı sesler çıksa da hepimiz beraber bir bütünün parçaları değil miyiz? Ey Allah'ım! Perişan kalbimize hayat, karışmış aklımıza istikamet veru2026