Kapitalist Muhafazakârlık!..
Max Weber, "Protestan Ahlakı ve Kapitalizm'in Ruhu" adlı eserinde "Kapitalizmin içine yerleştirilmiş Hristiyan Ahlâkı"ndan bahseder.
Küresel kapitalizm, sömürü çarkının tıkır tıkır işleyebilmesi için (Gramsci'nin ifadesiyle) "Rıza Üretimi"ne başvurmak mecburiyetinde…
Rıza üretimi…
“Aslında onların istediğini ve aslında yalnızca onların işine geleni istediğimizi zannediyor ve faizci kapitalist düzeni tekrar tekrar üretmek için kendimizi tüketiyoruz…
Sömürü çarkı veya “hegomonya.”
Küresel köle düzeni!..
Rahmetli Erbakan Hoca, “Protestanlık ve Faizci Kapitalist Düzen” ilişkisine dikkat çekerdi hep; “Katoliklik faizi yasaklıyor, o halde ne yapmak lâzım; faizi mübahlaştıracak bir ‘ideoloji’yi uygun modelle ortaya koymak; yani Protestanlık denileni icat etmek. İşte yaptıklarının özeti bu.”
Özetle:
“Faizci kapitalist nizam Protestanlığın dini nizamıdır!"
Sistem öylesine “berbat” bir şekilde işliyor ki…
Milyarlar, liberalizm, neoliberalizm, posttruthizm hattında ilerleyen “tüketici” paradigmaya esir.
“Kapitalizm”, insanları birer “sahte özne” haline getirerek, birer “yalancı şahsiyet” yükleyerek sömürdükçe sömürüyor
“Yiyiniz, içiniz israf etmeyiniz. Allah israf edenleri sevmez!” Hükmüne iman etmiş nice insan da, israf yarışında geri kalmamaya gayret ediyor.
Dere kenarında abdest alırken dahi “su tasarrufuna” dikkat etmekten sorumlu insanım “kapitalizm”i tekrar tekrar üretmek için ne yapıyor?..
Gayet net:
Kapitalizmi tekrar tekrar üretmek için kendisini tüketiyor.
Neydi kapitalizmin temel ilkesi?..
“Kaynaklar sınırlı ama…
İhtiyaçlar sınırsız!”
Böyle olunca vaziyet, sınırlı kaynaklardan “maksimum” payı elde etmenin gayreti içindeki “ihtiyaçları sınırsız” nice insan kapışıyor…
Payını alabilenler, daha fazlasını daha fazlasını alabilmek için yeni arayışlara girerken, arzularına ulaşamayanlar her şeyden şikâyet etmeye başlıyor.
İç içe meseleler; “Sınırsız ihtiyaçlar” söz konusu ise, ihtiyaçların öncelik sırasını kim belirleyecek?..
Onun için de…
“Popüler Kültür.”
Ya da “Kültür Endüstrisi.”
Milyarları peşine takmış popüler kültür, eğlence ve zevk anlayışlarını biçimlendirmiş...
Ne isteniyorsa onu yapıyorsun…
Ya da onların istediklerini yapamadığın için kahroluyorsun!..
Medyadan sürekli olarak mesaj yağıyor…
“Tatil” hoş kelime, “Erken rezervasyon fırsatları” sunuluyor; nerelerde nasıl tatil yapılmalıdır, yapılacaktır, beyinlere işleniyor.
Turizm gelirlerinin mutlak artması lâzım, turizm de nasıl turizm, malûmlarınız…
İki dünya arasında kalanların durumları büsbütün trajik…
“Tesettürde modayı takip etmek! ” mesela…
En çok yakışanı, en çok beğeni toplayanı seçmek…
Rahmetli Timurtaş Hoca, “Eşlerinin yanında öyle dağınık bir şekilde duran kimi kadınların dışarıya çıkmaya hazırlanırken nasıl süslendiklerini” anlatırdı hep.
O günler başka günlerdi, lâflar hep bir yerlere giderdi…
Sonra sonra…
Tesettürün ruhuna aykırı görüntüler yaygınlık kazanmaya başladı, “Neyi niçin yapıyoruz?” sorusuna davet eden garip görüntüler…
Beyler mi?..
Onlara da bir haller oldu ekseriyetle, “Aş bunları aş kardeşim!” diyorlar; eskiden demezlerdi, yani “az”ın bereketi çok iken…
Şimdi…
Harcamalar çok arttı, “Harca Türkiye!” denmişti bir vakitler, harcandı.
Eski tatlar artık yok hayatımızda, ne yazık ki…
Yenilerden de tat alamıyorsak…
Yediğimizin, içtiğimizin “bereket”i kaçıyorsa…
Bunun sebepleri üzerinde durmak.,..
Hayatlarımızı hangi ilkeler göre “tanzim” etmeye çalıştığımızı “tefekkür masası”na yatırmak iktiza etmez mi?..
Nefes aldığımız her an bize “bir şeyleri” hatırlatıyor aslında, bizi “kendimize” gelmeye davet ediyor nice vesile.
“Tesadüf” yok elbet…
Her nefeste ve oluşta…
Güzele “davet” var da…
“Öz”ümüzü nasıl bulacağız?..