Kaosilasyon
Üç yıl önce…
2 Ekim 2018…
Gazeteci Cemal Kaşıkçı, evlilik işlemleri için Suudi Arabistan'ın İstanbul Başkonsolosluğuna girdi, giriş o giriş; bir daha çıkamadı.
Katil belli: başta
Veliaht Prens Muhammed bin Selman
olmak üzere Suudi Arabistan’ın üst düzey yetkilileridir.
Cinayetin özellikle
İstanbul’da işlenmesi için planlar yapıldığı anlaşılıyor.
Çünkü terörün
siyasi uzantılarının ve işbirlikçilerinin hemen Türkiye’ye karşı saldırıya
geçmeleri, Türkiye’yi katil ilan
etmeye kalkışmaları bunun delillerindendir.
Katillerin,
içlerinden Kaşıkçı’ya benzeyeni,
Kaşıkçı’nın kıyafetlerinin giydirip özellikle kameralara görüne görüne Sultan
Ahmet Camiinin lavabosuna göndermeleri kaos planıdır.
Cinayetin hemen
sonrasında daha faillerin ortaya çıkarılamadığı dakikalarda kürsülerden
salyalarını akıta akıta Türkiye’de can
ve mal güvenliğinin olmadığını söyleyenler de bu kaos ittifakının
taşeronlarıdır.
Türkiye, bu cinayetin faillerini ortaya çıkaramasaydı, iç te
ve dışta çok büyük bir saldırıyla karşı karşıya kalacaktı.
Zaten aylar
öncesinden Türkiye’de “dikta”
yönetimi olduğunu, gazetecilerin tutuklandıklarını söyleyerek kaos zeminini
oluşturma çabasındaydılar.
Cinayetleri darbelerin oluşmasında aparat olarak kullandılar.
Eğer katiller
tespit edilemeseydi, Türkiye’yi katil ilan ederlerdi. Hâlâ maktulün cesedine
ulaşılamaması, olayın vahametini artırmaktadır. İlanihaye bunun devam
edebileceği düşünülürse Türkiye üzerinde oynanan oyunun ne kadar korkunç olduğu
anlaşılacaktır.
“ Dünyaca ünlü gazeteci Cemal Kaşıkçı Türkiye’de İstanbul’un
göbeğinde kayboldu.”
Benzeri manşetlerin haberlerin ülkeyi sonu bilinmez, kestirilemez mecralara
sürükleyeceği aşikâr değil mi?
Türkiye’de cinayet
öncesi ve sonrası olaylara bakıldığında kaos planları daha net ortaya çıkmakta.
Cemal Kaşıkçı’nın katledilmesinden sadece üç ay önce 24 Haziran’da Türkiye’de erken genel seçimler yapıldı. Bu seçimle
birlikte Cumhurbaşkanlığı Hükümet
Sistemi de fiilen yürürlüğe girdi.
Bir ay sonra
(ağustosta) döviz kuru üzerinden ekonomik saldırıyı Londra’dan başlattılar.
Bunu ABD Başkanı Tramp açık açık söyledi.
Bu saldırılar
devam ederken 2 Ekim’de de Kaşıkçı’yı katlederek krizi derinleştirmek
istediler.
Aynı günlerde
Almanya’da Sarosçularla kapalı
kapılar ardında görüşmeler yapanların Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı’nı
rüşvet almakla, cinayete ortak olmakla itham etmeleri asla tesadüf değildir.
Bu cinayetle amaç;
Mart 2019’da yapılacak olan belediye seçimlerini de sabote etmekti.
Tıpkı, Gezi kalkışması,17/ 25 Aralık kumpaslarında ve 1/19 Ocak 2014’te MİT tırlarına yapılan saldırılarda olduğu gibi Mart 2014’te
belediye ve Ağustosta yapılacak olan Cumhurbaşkanı seçimlerini provoke
etmek gibi...
Şubat 1979’da
gazeteci Abdi İpekçi öldürüldü.12
Eylül’de darbe yapıldı.
1990’lı yıllarda
faili meçhullerle (24 Ocak 1993 Uğur
Mumcu’nun öldürülmesi) ve terörle 28 Şubat sürecini hazırladılar.
3 Kasım 2002
seçimlerinden sonra Ekim 2003’te “ Ordu Göreve” pankartlarıyla yürüdüler.
17 Mayıs 2006’da Danıştay saldırasıyla ve 2007’de Hrant Dink ve Zirve Yayınevi katliamlarıyla 2007’deki Cumhurbaşkanı seçimini sabote
etmeye çalıştılar.
22 Temmuz 2007 erken genel seçimlerden sekiz ay
sonra ( Mart 2008 ) iktidar partisini kapatma
girişimi,
12 Haziran 2011
genel seçimlerden beş ay sonra 28 Aralık’ta Uludere katliamı ve 7 Şubat 2012’de
MİT Müsteşarı ve Başbakan’ı
tutuklama girişimi,
2015’in 7
Haziran’ında yapılan genel seçimler sonrasında terör olaylarının artması, özyönetim ve özsavunma söylemleri
sonrası 15 Temmuz 2016’da işgal ve
darbe teşebbüsü, kaos planlarının küresel çapının göstergeleridir.
Türkiye’yi Karabağ’da, Libya’da, Doğu Akdeniz’de, Suriye’de “yayılmacı” görenler,
bildiriciler aynı zamanda bu
kaosilasyonun paydaşlarıdır.
BM Raportörü Callamard: “Kaşıkçı Raporu nedeniyle ölüm tehdidi aldım.”diyor, BM suskun.
Ayrıca, Katar’dan para
aldığına dair iftiraya da maruz kalmış.
İftira da aynı…
Şimdi neden “Dünya Beş’ten Büyüktür”ü daha iyi
anlamak için tek başına mazlum Cemal Kaşıkçı yetmez mi?