Dolar (USD)
35.14
Euro (EUR)
36.72
Gram Altın
2977.67
BIST 100
9949.01
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

Kanun (namus)!

Toplumu bir arada tutan asıl değer, insanı merkeze alan inançların gerçekliğidir. İnançları her türlü aşırılığa evirecek vartalardan koruyan, adaletin umumileşen yaygın halidir. Adaleti sağlayacak kanun, bir külli aklın neticesidir. Bu aklın oluşumu ve uygulanması, insanın toplam kalitedeki payının yükselmesi ve kanunlardan her ferdin hakkını almasıyla olur. Çünkü kanun, insanı hemcinsine bir de diğer varlıklara karşı hem koruyan hem de durduran kuralların hepsidir. Aklın aydınlığında kalbin derinliğindeki insani özellikleri ortaya koyan prensiplerin tümüdür. İnsanın varlık arasındaki yetersizliğini ve yetkisizliğini anlamlı çizgide tutan kaidelerin tamamıdır.

Toplumlardaki mutlu yaşamın arka planında, asıl kanunun gücü vardır. Kanunu güçlü olan milletler, ferdin değerliliğini merkeze alır. İnsanın varlığını anlamlı addeder. Birey de eylemine karşılık her türlü hukuki muameleye razı olur. Başkalarının da kanunun önünde aynı muameleyi gördüğüne şahit olunca, şiddete dönük duyguları körelir ve söner. İçinde yeşeren duygular iyiliği inşa etmeye ve iyiliğe kuvvet vermeye dönük olur. Doğrudan ferdin hukukunun öncelendiğine, dolaylı olarak da kamu hukukunun gerçekleştiğine şahit olur. Yoksa seçkinci bakış da olsa Baudelaire’in 1852 yılında Edgar Allan Poe değerlendirmesinde söylediği “demokratik toplumlarda kamuoyu acımasız bir diktatördür. (...) Dinsiz özgürlük sevgisinden yeni bir tiranlığın, hayvanların tiranlığının ya da ateşli duyarsızlığıyla Juggernaut’a benzeyen bir hayvanokrasinin doğduğu söylenebilir” zulüm devreleri gerçekleşmeye başlar. Bir taraftan azınlığın çoğunluğu yönetmesi diye insanlığa sunulan demokrasi vuku bulurken, diğer taraftan her türlü şiddeti meşru gören ve hukukları zayi eden darbeler karanlığı adındaki korkunç bir hayvanokrasi doğar.

Adalet, bir toplumun inancı olacak kadar önemsenir, toplumdaki her fert için düşünülür ve uygulanırsa toplumun yönetim şekli ne olursa olsun zulüm orada istediği gibi baş gösteremez. Kamuoyu taraftarlık ve inatla acımasız bir diktatör olarak ortada dolaşamaz. Yeni bir tiranlık olan ve kendisinden başkasına hayat hakkı tanımayan dinsiz özgürlük etrafı kana bulayamaz. Varlığını menfaat üzerine bina eden yaşaması için başkalarının ölümünü kendi pençeleriyle gerçekleştiren hayvanî tiranlık veya amacına ulaşmak için önüne çıkan her şeyi yakıp yıkmayı mubah gören juggernaut hayvanokrasisi o cemiyetin ikliminde yeşeremez.

1700’lü yıllarda batıda başlayan dinsiz bir hürriyet arayışı ve anlayışı bilimin yeni din olarak ortaya çıkmasına, gücü elde eden burjuvazi sınıfının yeni bir iktidar erki olmasına, sermayenin de azınlığın elinde toplanmasına sebep oldu. Vahyi inkar etmeyen aydınlanma aklı, bu gidişin batıya saadetin yanında felaket getireceğini söyledi. Kültürsüz modernizmin endüstrileşmeyle yeni sömürgeciliği doğuracağını, kalplerde yok edilen dinin yerine konulacak her değerin bir daha eski-yeni savaşını durduramayacağını belirtti. Nihayetinde batı zenginleştikçe, sermaye arttıkça kültürsüz modernizmin etkisiyle nesne özneye hakim olmaya ve daha büyük savaşlar çıkarmaya başladı. En sonunda ikinci paylaşım savaşı olan 1939-1945 harbinde dindaş ve ırkdaşlarına insanlık tarihinin en acı neticesini milyonlarca insanı öldürerek milyonlarcasını da sakat ve vatansız bırakarak yaşattılar. Bu acı tecrübenin sonucunda kalplerde yok edilen, yeri doldurulamaz olan dinin yerini az da olsa kanunla dolduracaklarını düşündüler. Hayatın en küçük ayrıntısını dahi formal ve informal kanunla düzenlediler. Başarılı da oldular.

Son bir kaç yüzyıldır geçmiş medeniyetimizin ve batının olumlu deneyimlemelerini geç, olumsuzlarını çok erken deneyimleme kötü huyumuz var. Umarım batının kendi ırkdaşı ve sınırları içinde olan, vatandaşı için kanun karşısındaki bu samimi ve kararlı deneyimlemesini onlar gibi acı tecrübeler yaşamadan gerçekleştiririz.

Hadiseler gösteriyor ki, hem geçmiş medeniyetimizin hem de batının geldiği noktadaki muvaffakiyetin adalet anlamındaki deneyimlemesi geciktikçe kamuoyu acımasız diktatörü, ülkemizde tekrar canlanıyor. Bir iş bölümü yapmış gibi bu diktatörlüğün bir kısım vazifedarları, ekranlardaki ehliyetsiz ve sözün şehvetiyle toplumu ayrıştıran nâehil ve nâkadirşinas kişilerdir. Ekran ekran gezerek cemiyetin ruhunu zedeliyor, yüreklerini yaralıyorlar. Akılları geveze yaparak derin düşünmeyi engelliyorlar. Bunlar sağda ve solda, iktidar tasında ve muhalefet tuzağındalar. İnancın gölgesinde gibi görünüyorlar, inançsızlığın karanlığında varlıklarını ortaya koyuyorlar. Bir kısmı yönetimin muvafık ve muhalifleri olarak cemiyeti bir arada tutmak yerine kendi taraftarlarını marjinalleştirip varlıklarını devam ettirmek isteyenlerdir. Bir kısmı ellerindeki gücü devam ettirmek için başkalarının zayıflığı ve yoksunluğunu sürekli meşru gösterip tepeden bakarak konuşlandırmalarını sağlamlaştıranlardır. Asıl kısmı ise aklını ve iradesini başkasının cebine koyan, gönlündeki ilahi ve insani sevginin yerine çakıl taşları hükmündeki dünyalıkları dolduran, her duyduğuna inanıp onu araştırma ve inceleme zahmeti duymayan bütün bunlara rağmen hâlâ yaşamayı en güzel şey olarak gören ve ümidini adaletten kesmeyen yurdumun sade ve saf o güzel insanlarıdır. Yani bizleriz. Artık bu kamuoyu diktatörlük ve tiranlığına dur demeliyiz. Aklımızı başkalarının cebinden alıp başımıza koymalıyız. Yüreğimizdeki Allah ve insan sevgisini kökü tahmin edilemeyecek kadar derinliklerde olan çınarlar gibi büyütmeliyiz. Bizi sokağa çağıranlara karşı vazifemiz müspet hareket etmektir demeliyiz. Müspet hareket ise menfi hareket etmemektir diyerek her türlü şiddet ve kaosa, ayrımcılık ve anarşiye dönük hevesleri kursaklarda bırakmalıyız. Lakin bu yüreğin dilini evvela düzeltmeliyiz. Bu dili düzeltecek olan adaleti öncelikle istemeliyiz. Bu adaletin bütün toplumu kuşatacak bir kanununun kuvvetiyle olacağını avazımız çıktığı kadar yüksek sözle dile getirmeliyiz.

Evet ülkemizdeki insanların da kalbindeki temel değerler neredeyse 150 yıldır sökülüp alınmakta, yerine o boşluğu dolduracak yeni değerler konulmamaktadır.

Kollektif bilincimiz yeni acı tecrübeler yaşamadan şunu bilmek ve gerçekleştirmek zorundadır. Trafikteki kırmızı ışıkta geçmenin, komşuyu rahatsız etmenin, isteyerek ve bilerek canlılara zarar vermenin, haksız kazanç elde etmenin, sorumluluğunu yerine getirmeden yetki kullanmanın, mahrem alan ihlallerinin, ayrımcılık yapmanın ve ayrıcalıklı davranmanın, insan yaşamını zorlaştıracak her türlü eylemin karşılığı kanunla verilmelidir.

Bu ülke için hepimiz fedakarlık yapalım. Cemiyetteki fertlerin temsilci yetkisini kullanarak bir araya gelelim. İhtiyacımız olan adaletin kanunlarını oluşturalım. Bu yetkinin meyvesini vekillerimizin eline verip yüce meclisimizin en şerefli işlerine dıştan bir müdahale ile imza atalım. Hem biz adaletin şerefi ve onurlu ömür dakikalarıyla yaşayalım hem de gelecek nesillerimiz bu güzellikleri yaşasın.

Yeni yoksulluk olan yalnızlık, gittikçe bizi yabancılaştırıyor. Kendimiz olmak yerine başkası gibi kalmamıza sebep oluyor.

Kendimiz kalmamızı sağlamayan adalet yoksunluğu başkası olmamıza kapıları aralayan bir yabancılaşmanın davetiyecisidir.