Kanserde patlama!
İnsanoğlu hangi şartlarda yaşıyorsa, dünyayı öyle görüyor.
Ben
de sürekli olarak kanser hastalarının arasında yaşadığım için, “özellikle kanser hastalıklarında”
büyük artışların meydana geldiği kanaatine vardım.
Ya
da durum gerçekten de böyle, kanser vakaları hızla artıyor.
Son
iki yılda konuştuğum bütün onkoloji uzmanları, bu alanda görev yapan diğer
sağlıkçılar aynı şeyi söylüyor:
“Evet, vakalarda artış da değil
patlama var!
Özellikle de, 4’üncü Evre kanser
teşhislerinin oranı çok arttı.”
Bugünlerde
bir yakınımın tedavisi dolayısıyla hemen her gün “onkoloji”deyim.
Bayram’ın
büyük bir bölümünü de hastalarımızla, hasta yakınlarımızla birlikte, onkolojide geçirdim.
Onkoloji
malûm, “kanser bilim” demek.
İlk
gençlik yıllarımda Rahmetli Babam kemik kanserinden vefat etmişti.
O
süreçte epeyce “onkoloji” de
kalmıştık refakatçi olarak.
Son
iki senedir de, yakınlarımızdaki kanser vakalarından dolayı hep oralardayız.
Bu
süreçte, nice kanser hastasını ve hasta yakınını tanıdık.
Kansere
dair yerli yabancı (hiç abartmıyorum) binlerce
video izledik, makale okuduk.
Çok
sayıda onkoloji uzmanı ile “kanser”
üzerine konuştuk.
Alana
dair sohbetlerimizde o kadar çok tıbbî
terim kullanır olduk ki, sohbet arkadaşlarımız “tıp fakültesi terk” olup olmadığımızı soruyorlar bazen.
Biz
de “Hayır” diyoruz;
“Farklı alanlarda eğitim aldım,
alıyorum… En önemlisi de, Hayat Üniversitesi’nin son sınıfında okuyorum!”
*
Yazıyı kendimizden uzaklaştırarak, hastalığa getirelim.
Yukarıda
ifade ettiğimiz gibi, vakaların çoğu 3’üncü ya da 4.’üncü evre.
Bunlar,
biliyorsunuz, kanserin yayıldığı evreler.
İleri
evrelerdeki pek çok vakanın tedavisi yolunda kayda değer aşamalar kat edilmiş
olsa da, hastalığı “erken evrede” yakalayabilmek
elbette çok önemli.
Ne
yazık ki, birçok hasta, “Pandemi- Plândemi
var, hastaneler yoğun olur” diyerek, bir şeylerden şüphelense de hastaneye
gitmeyi ertelemiş.
Bu
işlerde zaman çok önemli.
İlk,
olmadı ikinci evrede yakalanan kanser oluşumlarına müdahale imkânları çok daha
fazla; bazı vakalarda “tam iyileşme”
bile sağlanabiliyor.
Şu
plândemi mevzuu dünyanın da, Türkiye’nin de düzenini alt üst etti.
Şimdilerde
“kronik hastalıkların pandemisi”
var.
Sadece
onkoloji uzmanları değil, “kalp, şeker” hastalıklarıyla uğraşan
hekimlerimiz de “patlamaya” dikkat
çekiyorlar.
İhmaller
tabloyu epeyce karartmış durumda.
*
Ana
meselemiz kanser.
Bu
alandaki patlamayı gösteren araştırmalar var.
ABD
Tıp Birliği’nin Dergisi JAMA, kanser hastası sayısının 10 yılda 5 milyon
arttığına dikkat çekiyor.
Rakamlar,
2010-2019 dönemine ait, Covid19 öncesine yani.
Korkarız
ki, 2020-2029 döneminde çok daha “sıkıntılı” bir
tablo çıkacak karşımıza.
Kanser
vakalarının artması, trilyonlarca dolarlık “ABD
ağırlıklı” dünya kanser pazarı için olumlu gelişme!
Bizim
karşı karşıya kaldığımız ise, kazandıra kazandıra tükenmek!..
Okudukça
şişiyorsun…
Mesela,
çok yaygın kanser türleri var…
Meme kanseri
bunlardan.
Her
8 kadından birine, yaşamının herhangi bir aşamasında “meme kanseri” teşhisi konuyormuş!..
Sekizde bir
ne demek?
Her
sekiz kadından birinin meme kanseri olduğu anlamına gelmiyor bu..
“Yaşam boyu risk”i
gösteren bir oran:
Her
sekiz kadından birine, hayatının bir anında meme kanseri teşhisi konuyor.
Onun
için, düzenli kontrol son derece mühim.
Çok
erken evrede yakalandığında, çok hafif hasarlarla atlatılabiliyor hastalık.
Bunun
gibi, kolon kanseri vakalarında da büyük artış var…
Özellikle
orta yaşlardan itibaren düzenli kontrol şart.
***************
Kanser vakaları niçin hızla artıyor?
Birincisi “kalıtım” meselesi.
Aile öyküsü
önemli.
Pek çok
vaka aileden miras.
Meme
kanseri için kullanılan BRCA1 ve BRCA2 testleri, kişinin genetik yatkınlığının
olup olmadığını, hastalığı çocuklarına miras bırakıp bırakmayacağını büyük
ölçüde ortaya koyuyor.
Pek çok
kanser türü için genetik yatkınlık önemli bir faktör.
“Bu hastalığa niçin yakalandım?”
sorusuna cevap oluşturabilecek başka faktörler de var.
Mesela,
hareketsizlik.
Egzersiz
yapmıyorsun, fazla fiziki efor sarf
etmediğin bir işin var..
O
sokak benim, bu sokak senin koşturmamışsın…
Bilgisayar,
cep telefonu ekranıyla büyümüşsün.
Habire
cips, habire kola, şekerleme götürmüşsün…
İşlenmiş etlerle
beslenmişsin, işlenmiş olmasa bile “kırmızı et ağırlıklı” beslenmişsin.
Kimyasallarla
beslenmiş, daha doğrusu zehirlenmişsin…
Hormonlu
besinler, kimyasal ilaç yüklü besinler zaten her öğünde…
Hareketsizlik
artı kötü beslenme, yani zehirlenme,
kansere davetiye!
Pek çok
kanser türünün, “özellikle de beyin
tümörü”nün oluşum ve gelişiminde etkili olan faktörler arasında “radyasyona maruz kalmak” da var.
Hayatımız
radyasyon zaten.
Bizim
evde de, ne kadar ikaz edersen et, uykuyu
getirmek için cep telefonundan bir
şeyler izlemek alışkanlık haline gelmiş!.
Bebeklerimizin
durumları malûm; eline cep telefonunu verince rahat ediyor anneler ve
babalar!..
Sigarayı
unuttuğumuz zannedilmesin; paketlerin üzerinde ne yazarsa yazsın, sigara kullanımı artmaya devam ediyor.
İnsanoğlu
garip;
Kanser
hastalarını bile, hastane bahçesinde sigara tüttürürken görüyorum!
“Battı balık yan going”
kültürü çok yaygın.
“Sigara içen öldü de içmeyen ölmedi
mi?”
diyorlar.
Ne
saçma; “Hatalı sollayan öldü de, sollamayan ölmedi mi?” deyin bari…
Yola
çıkın ve hatalı sollamalara devam edin bu kafayla!
Sigara
içenlerin bahanelerinden biri de “stres
yükü”
Sigara
içtikçe stres azalıyormuş!.
Hayır, kendini
aldatma;
Bağımlılık
da stres de artıyor içtikçe!
“İçtikçe”
dedik ya, alkollü içki tüketimi de kansere yakalanma ihtimalini artırıyor,
kesin bilgi!..
*
Stres,
evet.
Hayatlarımız
stres yüklü, bu durumun kanser oluşum ve gelişiminin en önemli sebepleri
arasında yer aldığını söylüyor uzmanlar.
Stresiniz
var, abur cubur besleniyorsunuz, bol bol radyasyon ve kimyasal madde
alıyorsunuz… Hareket derseniz, mecbur
kaldığınız kadar…
Daha
ne olsun, kanseri davet etmek için!
*
Bugün
kanserden başladık oradan devam ettik.
Nasıl
etmezsiniz?
Şöyle
bir etrafınıza bakın, çok yakınınıza bakın…
Uzak
ya da yakın çevrenizde kanser hastaları göreceksiniz…
Hemen,
her ailede de yakın zamanda kanserden kaybedilmişler var.
Yıllardır
araştırıyor, kanserin sebepleri ve tedavi yolları hakkında çoğu “işe yaramaz” nice makale okuyoruz.
“Peki ya çare” dendiğinde
ise aslında bilinenleri tekrarlıyoruz.
Çok
iyi bildiklerimizi ise maalesef yapmıyoruz ya da yapmamamız gerekenleri
yapıyoruz.
Kansere
sebep olan kalıtsal faktörleri değiştiremeyiz tamam; peki ya riski azaltacak
yollara tevessül edemeyiz miyiz?
En
azından şu sarı kolayı, siyah kolayı, şekerlemeleri, cipsleri filan çıkartamaz
mıyız hayatlarımızdan?
Çocuklarımızı
bunlardan mümkün olduğunca uzak tutamaz mıyız?
Sigarayı
kaldırıp atamaz mıyız?
Her
gün yarım saat yürüyüş yapamaz mıyız?
Sırt
üstü yatıp pedal çeviremez miyiz?
Yakın
mesafelere yürüyerek gidip gelemez miyiz?
Daha
çok su tüketemez miyiz?
Stres
yükümüzü azaltamaz mıyız?
*
Bugün
“Altılı masanın cumhurbaşkanı adayı kim
olur?”, “Erken seçim olur mu olmaz
mı?” gibi çok faydalı (!) mevzular yerine “Kanser vakalarında patlama” gibi
önemsiz (!) bir meseleye dair bir yazı kaleme aldık.
Bunu
yapmamıza vesile olan ise, bir hastanın sitemi…
Dedi
ki hastamız:
“Kanser servisleri dolup taşıyor, kanser
hastası sayısında patlama yaşanıyor ama bizim medyamız hiç de oralı değil!.. Varsa
yoksa günlük politika!”
Fırçayı
yedik ve yazdık işte!