KANLI SURİYE OYUNU
Suriye üzerindeki İngiliz-Fransız oyununu çok eskilere dayanır. I. Dünya Savaşını tasarlayan ülkeler sadece Avrupa'da kimi ülkelerin sınırlarını çizmeyi değil, asıl Ortadoğu'da sınırları petrole sorunsuz ulaşmayı baz alarak cetvelle belirlemeyi hedeflediler.
I. Dünya Savaşı akabinde Suriye uzun süre Fransa'nın bir eyaleti gibiydi. Bu durum 1946'ya kadar sürdü. 1920'de Suriye'den ayırdıkları ve adına Lübnan dedikleri bir devlet daha kuruldu. Eylül 1920'lerde Şam ve Halep adında devletler kuruldu. 1925'te ise Suriye Devleti adını aldılar. "1920'de Alevilerin yoğun yaşadığı bölgede Aleviler Toprağı, 1922'de Aleviler Devleti ve 1930'dan 1941'e kadar devam eden Lazkiye Hükümeti kuruldu." Eylül 1941'de Suriye'nin bağımsızlığı ilan edilmişse de 1946'ya kadar İngiliz ve asıl olarak Fransızların mandasındaydı. Bu karmaşık durum İsrail'le savaşlarda kaybedilen toprak, prestij ve güçle 1970'li yıllara kadar sürdü.
O yıllarda;
ABD henüz okyanus ötesi işgalci olmamış, tarih sahnesindeki kanlı senaryolarını Kıta Amerika'sındaki yerlilere katliamla sürdürüyorlardı. Henüz ABD dışında katliam ve sömürgelere gücü yetmiyordu. Ama kendisini var eden (aynı zamanda ABD'nin babaları olan) İngilizlerle Fransızlar Ortadoğu coğrafyasını inim inim inletecek planlarını Osmanlı imparatorluğunun hinterlandında gerçekleştiriyordu.
Geçen yüzyılın başında yeni bir dünya için bütün plan, proje ve oyuncular hazırdı. Figüran bolluğu öyle bir reddedeydi ki artık figüranlar arası kavga 20. yüzyıl sınırlarının geleceğini belirliyordu.
Ortadoğu parçalanmalı, Kürt örneğinde olduğu gibi akrabalar ayrılmalı, dindaşlar birbirini boğazlamalıydı. Bunun için Lawrence bütün zamanların en sonuç alıcı ajanlık görevini bitirip Ortadoğu'yu İngiliz-Fransız anlaşmasına hazır hale getirmişti. İngiliz-Fransız ortak yapımı olan 1916 Sykes-Picot Anlaşması'yla kilim kadar kumlara (çöl) devletçikler, krallıklar, şeyhlikler kurulmuş, her birisinin boynuna petrol hortumları geçirilmiş ve bu hortumları istedikleri gibi sıkıp gevşetmeye başlamışlardı.
Tam da bu yıllarda Osmanlı bakiyesi devlet de kuruluyordu. Bu süreçte Lozan antlaşması çok önemliydi. Yere göğe sığdıramadıkları İsmet İnönü'nün Lozan başarısı! aslında büyük kayıpla kapanmıştı. İlk akla gelen kaybımız, İngilizler Lozan'daki görüşmelere katılan temsilcilerine 'masada anlaşma zora girecekse Musul ve Kerkük topraklarını Türkiye'ye vermeye razı olun' diye talimat vermişlerdi. Ama askeri ve siyasi deha! sahibi İ. İnönü bu fırsatı en basit ifadeyle basiretsizliği yüzünden tepince İngilizler petrolden dolayı bu toprakları ve Irak'ı alıp Suriye'yi Fransızlara bıraktı.
O günden sonra İngilizlerin zaten öteden beri hiç sevmedikleri, tehlike addettikleri, menfaatlerine zarar veren güç kabul ettikleri Osmanlı ve bakiyesi devlet olan Türkiye'yi zor durumda bırakmayı esas aldı. Bunun için Türkiye'nin sürekli iç işleriyle boğuşan bir ülke olmasını sağladı; dini, etnik, mezhep, statü gibi kaşınmaya müsait bölgelerimizi yeri geldikçe kaşıya kaşıya kanattı.
Bugün bile İngilizlerin Ortadoğu ile ilgili bütün denklem ve kombinasyonları Türkiye'nin zararı ve etkisinin azaltılması üzerinedir.
Gelelim bu güne;
Bugün itibariyle son iki yılda Suriye'de Batı'nın gözleri önünde 120 bin Suriyeliyi öldüren Esad rejimini kurtarma derdinde olan İngilizlerle Fransızlar, birden bire kimyasal silah kullanımını bahane ederek Suriye'ye Bosna katliamı sırasında yapılan müdahale benzeri bir müdahale arifesindeler.
Peki, bugün gelinen noktada bu ülkelerin (asla oluğuna inanmadığımız) samimiyeti ne oldu dersiniz?
Bundan sadece 33 gün önce (120 bin Suriyeli katledildiği halde) İngiliz Başbakanı: "Irak savaşında olduğu gibi, güvenilmez istihbarat bilgileri gerekçe gösterilerek, Batılı güçlerin kendisini Ortadoğu'daki yeni bir savaşın içinde bulabileceği konusunda korkular olduğu da gerçek. İngiliz halkına şunu kesinlikle vurgulamak isterim ki, istihbarat bilgilerinin doğru şekilde kullanımı konusunda Irak savaşından almamız gereken dersi biz de aldık. O nedenle askeri operasyon istemiyoruz. Her iki tarafı da ortak bir masada buluşturmalıyız..." diyordu.
Daha önce de İngilizlerle Fransızlar AB'nin ısrarlarını görmezden geldi. Çünkü AB ülkelerinin ekseriyeti 31 Mayıs'ta süresi sona eren Suriye'ye silah ambargosunu, muhalifler lehine hafifleterek uzatma taraftarı olsa da İngiltere ve Fransa'yı iknada başarılı olamadılar.
Peki, ne değişti?
Mısır'da halkını katleden Sisi'ye darbe yaptıran bu güçler Suriye'de 42 yıldır halkını katleden Esad ailesine neden sessiz kaldıktan sonra 'vuralım' noktasına geldiler? Neden?
Şimdi neden?
Açıkça söylemek gerekirse Batı 'naylondan' değerlerini pisletti, tıpkı karpuz kabuklarına işeyip pisledikten sonra 'buna değmiş buna değmemiş' deyip nihayetinde bütün kabukları yiyen iki arkadaşın meselesi gibi oldu.
Bugün de yine sahnede aynı emperyalist güçler, başlarında dünyanın en büyük askeri gücü ABD ile bölgeye ayar ve şekil vermeye çalışıyor. Bunu yaparken Türkiye nasıl zarar görecekse bölgeyi o şekilde dizayn etmeye çalışıyorlar. Türkiye buna karşı çıkınca Gezi, ODTÜ ve diğer piyonlarını harekete geçiriyorlar.
Yazı bitmeden önceki son haber:
"ABD Başkanı Barack Obama, Suriye'ye askeri müdahale konusunda henüz karar vermediğini, ancak 'iyice planlanmış, kısıtlı' bir saldırının gereken mesajı vermek için yeterli olacağını söyledi. Daha önce müdahale için Birleşmiş Milletler kararını beklemeyeceklerini söyleyen İngiltere Başbakanı David Cameron ise parlamentoda karşılaştığı baskı üzerine geri adım attı."
Yani?
Yani şu:
ABD, İngilizler, Fransızlar mealen "Bizim Suriye halkının katledilmesi gibi bir derdimiz yok,
İsrail'in çevresini steril hale getiriyoruz, bunun için de Suriye'de İslamcıların kazanmaması ve Esad'ın biraz daha zayıflaması için çalışacağız."
Bir yani daha:
Batı, gırtlağına kadar kendi ettiği pisliğine ve Ortadoğu halkının kanına batmış durumda.
Son yani:
Batı her zamanki Batıu2026
Twitter: @ahmetay_