Kanıksatmak!
Hiç unutmam:
Uzun yıllar önce…
Oturmuş, haberimi yazıyordum.
Trabzon’dan bir okuyucumuz arıyormuş.
“Şu anda çok meşgulüm” dedim.
Santrale bakan arkadaş “Çok ısrar ediyor, bir görüşseniz, tekrar tekrar arar şimdi!” dedi ve telefonu bağladı.
Karşımdaki hışımlı ses, güçlü bir “Selamün Aleyküm”den sonra, “Kardeşim, size yakışıyor mu bu!” diye azarladı.
“Dur kardeş, bir soluklan, hayırdır ne oldu?” dedim.
“Ne olacak, bugünkü gazetenin spor sayfasını görmedin mi?” diyerek fırçaya devam etti.
Çevirdim, baktım.
“Ne var ki spor sayfasında?” dedim.
Daha da kızdı:
“Bir de ne var ki diye soruyorsun. Aşağıdaki habere bak, voleybol haberine... Bacakları gözüküyor topçuların! Hani setr-i avret hassasiyeti? Siz bunu yaparsanız başkaları ne yapmaz?”
Fotoğrafa baktım, filenin iki tarafındaki voleybolcular yükselmiş.
Üç voleybolcunun bacakları da gözüküyor.”
“Tamam” dedim, “Haklısınız, arkadaşı ikaz ederiz. Bir daha olmaz İnşaAllah.”
Ben alttan aldıkça karşı taraftaki kardeşim üzerime üzerime geldi.
Telefonu nezaketsizlik etmeden kapatabilmek için hayli gayret sarf ettim.
Sonra, durumu sayfayı yapan arkadaşa aktardım.
O da, “Tamam, bundan sonra daha fazla dikkat ederiz. Gözümüzden kaçmış, bana da böyle telefonlar geldi. Oluyor işte, insanın gözünden kaçabiliyor.” dedi.
*
O gün bir “voleybolcu bacağı”nı kapatmadık diye biri bana, kim bilir kaç tane de sayfayı yapan kardeşime telefon gelmiş.
İşte efendim;
O zamanlar, cep telefonu gibi bir imkân olmadığı halde okuyucularımız bizi arar, bulur, icabında hesap sorarlardı.
Bir hata yaptığımız zaman, epeyce tepki gösterir, bizi ikaz eder, düzeltirlerdi.
*
Peki ya bugün?
Daimi takipçilerimiz hatırlayacaklardır, birçok yazımızda “televizyonlardaki yuva yıkıcı, ahlâk aşındırıcı” programlara, sözde yerli dizilere işaret ettik.
Cumhurbaşkanlığı Makamı’nın da, olan bitenlerden tıpkı bizim gibi “şikayetçi” olduğuna vurgu yaptık.
Devletin Zirvesi’nden yapılan açıklamalarda, bazı medya organlarının, aile yapısını sarmaya yönelik saldırıları iyice yaygınlaştırdığına, özellikle “çarpık” ilişki biçimleriyle Anadolu Ailesi’nin hedef alındığına…
Gençlerin önüne, medeniyet ve kültür kodlarımızla taban tabana zıt fikirlerin, hayat tarzlarının konulduğuna…
Bu türden “özendirme” faaliyetlerinin ısrarlı bir şekilde sürdürüldüğüne işaret ediliyordu.
Bir süre evvel Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan imzasıyla yayımlanan Genelge’de de, medya aracılığı ile aile ve toplum yapımızın yıpratılmak istendiğine işaret ediliyor, bu konuda gerekenlerin yapılacağı vurgulanıyordu.
*
Evet, Devletin Zirvesi de olan bitenlerden rahatsız olduğunu belirtiyor, tıpkı bizim gibi.
Biz de sıradan vatandaşlar olarak, “Lütfen artık, gereği yapılsın. Madem ailemiz hedef alınıyor, madem kültürümüz hedef alınıyor, madem ortada böylesine kirli bir organize faaliyetler bütünü var…
O zaman gereği yapılsın lütfen!” diyoruz.
Demek hakkımız mı?
Elbette.
Sadece hakkımız değil, aynı zamanda görevimiz.
Bir ülkenin milli, manevi değerleri, aile ve toplum yapısı sistematik bir şekilde hedef alınıyorsa…
Görmezden gelmek olur mu?
Aile meselesi, beka meselesi değil mi?
Nasıl susarız?
Niçin susalım?
“Ortada kuyu var yandan geç!” mi yapalım, birçoklarının yaptığı gibi.
*
Biz bunları yazınca, bazıları da “Bırak onu bunu da, hayat pahallılığına bak!” diyor.
Hayat pahallılığına dair nice yazı kaleme aldık, nice sosyal medya paylaşımımız oldu, Youtube videolarımız, televizyon konuşmalarımız var.
Biz sokaktaki vatandaşız.
Pazara akşam saatinde gidip, “indirime girmiş sebze, meyve” arayan vatan evlâtlarıyız.
Sırça köşklerde, fildişi kulelerde gazetecilik yapmadık, yapmıyoruz.
Dolayısıyla, hayat pahallılığı bizi doğrudan vuruyor.
Bizi vuran meseleyle nasıl olur da ilgilenmeyiz?
Aile meselesine gelince…
O mesele doğrudan bizi vurmuyor…
Rabbim nazarlardan saklasın, evde ciddi kavgalarımız, atışmalarımız olmuyor.
Birbirimizi idare etmesini biliyoruz çok şükür.
Süresiz nafaka meselesi bizim ailemizin meselesi değil, aile içi şiddet de çok şükür, bizim ailemizin meselesi değil…
Boşanmalar, bizim ailemizin meselesi değil, şükürler olsun.
Amma velâkin bunlar ülkemizin meselesi…
Bundan önceki yazılarımızda, TÜİK rakamlarına dayanarak, boşanma oranlarındaki patlamayı gözler önüne sermeye çalıştık.
İnsanımızın evlenmekten uzaklaştığını gösteren verileri dikkatlerinize arz ettik.
Birçok yazımızda, konuşmamızda, özellikle televizyonlar üzerinden oynanan oyunlara vurgu yaptık.
Bazı kadın programları var, bilirsiniz…
Öylesine sinsi vurgularla zemin aşındırıyorlar ki…
Öylesine berbat ilişkileri “normalleştirmeye” çalışıyorlar ki…
Kafayı yersiniz!..
Bazı “yerli” dizilerde, öylesine rezil hayat tarzları “matah şeylermiş” gibi sergileniyor ki…
Öylesine çarpık ilişkiler “normalleştirilmeye” çalışılıyor ki…
Kafayı yersiniz!..
*
Çarşı pazarda pahallılık, milyonların geçim sıkıntısı…
Gençler de bu sıkıntılardan paylarını alıyorlar tabii olarak.
O ruh haliyle televizyonun karşısına geçen toplumun önüne öyle israf tabloları konuyor ki…
Ultra lüks hayatlar, sıkıntı çeken insanları çıldırmak istercesine öylesine sergileniyor ki…
Kafayı yersiniz!..
*
Taaa yazının başında, bizi Trabzon’dan arayıp “voleybolcu bacağı için” fırça çeken bir Beyefendi’den bahsetmiştim.
Hayattaysa Rabbim sağlık versin.
Vefat etmişse rahmet eylesin…
O Beyefendi ve niceleri o günlerde bizi arayıp “fırça” atardı.
Şimdi…
Bazı televizyonlarda neler neler oluyor da…
Tepki gösteren yok gibi…
Artık çoğumuza “normal” geliyor bu işler.
“Kanıksamak ya da kanıksatmak”böyle bir şey olmalı!..
*
Ben şimdi bunları yazdım ya…
Bazıları eminim ki, “Adaaam sen de, uğraştığın şeylere bak!” diyecektir!..
Evet, evet…
Galiba doğru söylüyorlar…
Kafayı yemiş olmalıyım!