Kandırılmış Aydınların Günah Defteri
İkinci Abdülhamid Han’ın karşısında kümelenen ve güçbirliği yapan bazı aydınlar, Batının oyuncağı olduklarını ve kandırıldıklarını daha sonra anlamış ve bunu itiraf etmişlerdi. Ancak iş işten geçmişti. Padişah, tahttan düşürülmüş, işbaşına geçen maceracı İttihatçılar, sonunu getirdikleri Osmanlı Devleti’ni Birinci Dünya Harbi’ne sokarak büyük bir felakete sebep olmuşlardı.
TRT, kültür hayatımıza çok büyük hizmetlerde bulunarak unutulmaz dizilere imza atıyor. Tarihimizi esas alan bu muhteşem diziler, hem Türkiye’de hem de yurtdışında inanılmaz bir ilgi görüyor. İkisini hatırlayalım “Diriliş Ertuğrul” ve “Payitaht Abdülhamid”. Her iki başarılı dizi, toplumun kendi tarihini doğru bir şekilde öğrenmesini sağlarken, daha önce okullarda dayatılan ve ecdadımızla bağlarımızı kopartan uydurma müsveddeleri çöpe attırmıştır. Cuma akşamları seyircileri ekrana bağlayan “Payitaht Abdülhamid”e ilgi giderek artarken “Diriliş Ertuğrul”un devamı mahiyetindeki “Osman Gazi” dizisi, büyük bir merak ve heyecanla bekleniyor. Bu dizileri gerçekleştiren ve aziz milletimizin gönlünde taht kuran yapımcı, yönetmen ve oyuncular, Türk İslam tarihini bir bütün olarak ekranlara ve beyazperdeye aktarmalıdırlar.
Diğer sektörleri olumlu etkiledi
Sözkonusu başarılı çalışmalar sayesinde Türkiye, dünyaya ABD’den sonra en fazla dizi film ihraç eden ikinci ülke konumuna yükselmiştir. Şüphesiz bu zafer, sinema sektörünün canlanmasına vesile olmuştur. Sadece sinema mı? Hayır! Tiyatro dünyamızda da tarihî oyunlara rağbet artmıştır. Gerek Devlet, gerek Şehir, gerekse özel tiyatrolarda Selçuklu ve Osmanlı tarihlerinden ilham alınarak hazırlanan oyunlar, vatandaşlardan büyük alaka görmektedir. Bâbıâli’de çalışan ve yayın dünyasını yakından takip eden biri olarak şunu söyleyebilirim ki, yayıncılık da bu tarih merakı ve sevgisi ile canlanmıştır. Yayıncılar, ihtiyaca cevap verebilmek için tarihî eserleri ardarda okuyucularına sunuyorlar. Kitap fuarlarında en çok sorulan kitaplar, tarihî eserler, geçmişle ilgili romanlardır.
Tarih kitapları neşredilmiyor
Dolayasıyla yayıncılık sektörü de bu ilgiden çok büyük ölçüde istifade etmiştir. Neredeyse tarih kitabı neşretmeyen yayınevi kalmadı. Filmleri seyreden vatandaşlar, daha ayrıntılı bilgiler edinmek amacıyla tarihçilerin ve tarihî roman yazarlarının eserlerine yönelmekte ve kitaplarını büyük bir dikkat ve heyecanla okumaktadırlar. Daha da meraklı olan tarihsever vatandaşlarımız, akademik dünyaya mensup olan ilim adamlarının eserlerini takip etmeye başlamıştır. Televizyonlardaki açık oturumlarda tarih konuları seyircilerin talebi ve teveccühü üzerine artmış, zenginleşmiş ve renklenmiştir. Diriliş Ertuğrul’un yapımcısı Mehmet Bozdağ, bir kaç gün önce yaptığı açıklamada Türk-İslam tarihinin büyük komutanı “Celaleddin Harzemşah”ın filmine de başlayacaklarını müjdeledi. Hayatı boyunca zalim Moğollara karşı elde ettiği zaferlerle efsaneleşen ve İslam Birliği’ni kendisine biricik hedef olarak seçen büyük kahraman Celaleddin’in filminin de büyük takdir göreceğine inanıyorum.
Tarihimiz bir bütündür
Tarihle ilgili gerçek filmlerin ve sahih kitapların bizi aydınlattığını ve doğruya yönelttiğini görebiliyoruz. Düne kadar Osmanlı’yı ‘kötü’, bütün padişahları ‘hain’ gören kasıtlı ve yanıltıcı bakış, bugün terkedildi. Zaten o sakat kafaya sahip olanların cesareti de kırıldı. Mesela bütün ciddi tarihçiler ve ilim adamları, Sultan İkinci Abdülhamid’in ‘deha’sını hatırlatmakta, 33 yıl boyunca ülkeyi büyük bir kalkınma hamlesi ile idare ettiğini belirtmektedir. Şüphesiz kalbi bozulmuş bir kaç karanlık aydın aynı teraneleri seslendirse de kahır ekseriyet kendi tarihiyle barışmıştır. Bizi tarihimize düşman etmek isteyen ardniyetliler, amaçlarına ulaşamamıştır. Halkımızın neredeyse tamamı, “Cumhuriyet de benim, Osmanlı da, Selçuklu da... Bunlar benim tarihim. Birbirinden ayırmam. Muhteşem tarihime elbette sahip çıkarım.” demektedir.
Yanılan ve aldatan aydınlar
Aydınlar yanılmaz mı? En çok onlar yanılır, üstelik çevresini de aldatır. Zira onların hatası, eğrisi ve günahı, büyük kitleleri de aynı yanlışa sürükler. Jöntürkler’i düşünelim: Namık Kemal, Ziya Paşa, Prens Sabahattin, Tevfik Fikret ve diğerleri. Sultan Abdülhamid’e düşmanlığı biricik amaç hâline getiren bu maceracı tipler, Batı’nın kuklası olmuş, ecnebilerin amacına hizmet etmiş, onların desteği ve yönlendirmesiyle padişaha ve Osmanlı Devletine şiddetli muhalefet yapmışlardır. Yabancılar vasıtasıyla yurtdışına kaçan bu eyyamcılar, “Fransız sefiri”nin kol kanat germesiyle Tophane’den ‘Bosphore Vapuru’na binip yâd ellere gittiler. ‘Hürriyet’e doğru yelken açtıklarını düşünürken asıl ‘büyük esaret’e düştüklerini anladılar. Abdülaziz’i, kanlı darbe ile şehid ederek tarihe leke düşürenler, zehirli oklarını Abdülhamid Han’a da attılar. ‘Diktatör’ ve ‘tekadam’ uydurma sözlerine alışığız. O zamanki karşılığı ‘müstebit’. Ancak İttihatçılar işbaşına geçtikten sonra gerçek istibdadın ne olduğunu herkes gördü.
Müşfik Padişahın insani vasfı
İkinci Abdülhamid, rüyalara kanan ve vaadlerle kandırılan Namık Kemal gibi şairlere yine de “müşfik” kanatlarını gerip çeşitli görevler vererek fitne ateşinden uzak tutmaya çalışır. Şairin cenazesi, -vasiyeti üzerine- padişahın emriyle Bolayır’daki Süleyman Paşa Türbesinin yakınına merasimle defnedilir. Vehbi Vakkasoğlu, Bu Vatanı Terkedenler’de şu notu düşer: “Birkaç sene sonra, yine Abdülhamid Han’ın emriyle güzel bir planla Namık Kemal’in mezarı yeniden yaptırıldı. Bu da Abdülhamid Han’ın ne kadar ince ve derin bir nezaket sahibi olduğunu gösteren çok güzel bir misaldir ki, ona ‘Kızıl Sultan’ diyenlerin utanmaz yüzlerinde şiddetli bir şamar olarak şaklamaktadır.”
Tenkitler şiddetini artırıyor
“Şefkatli padişah”, “veli sultan”, “ulu hakan” ve “göksultan” sıfatlarıyla daha sonra rahmet ve sevgiyle anılacak olan İkinci Abdülhamid’e, müzmin muhaliflerin dışında dinî hassasiyetleri olan Mehmed Âkif, Süleyman Nazif ve Rıza Tevfik Bölükbaşı gibi şairler de tonu yüksek ve dili sivri ifadeler taşıyan şiddetli tenkitlerde bulunmuşlardır. Ne var ki, bu tezvirata katlanan, aleyhinde olanlara da söz hakkı tanıyan, faziletli ve olgun bir insan, ahlaklı Sultan Devletin başındadır. İngiliz, Fransız ve Rusya gibi düşman devletlerle mücadele ederken içeride de tebaasından aldatılan gazetecilerle, şair ve yazarlarla uğraşmaktadır.
“Nerdesin Şevketlü Sultan”
Padişahın hal’ edilmesinden sonra İttihat ve Terakki Fırkası’nın ceberrut baskısını gören ve bunun üzerine fikirleri değişen şairlerden Âkif’in “Padişaha haksızlık etmişiz, ileri gitmişiz” mealindeki pişmanlık sözlerini ve hislerini yakın çevresiyle paylaştığını ciddi tarihçiler anlatıyor. Süleyman Nazif’in “Sultan Hamid’e Şarkı”sı, şairin nedamet yüklü hislerine tercüman oluyor: “Padişahım gelmemişken yâda biz / İşte geldik senden istimdâda biz / Öldürürler başlasak feryâda biz / Hasret olduk eski istibdâda biz // Dembedem coşmakta fakr u ihtiyaç / Meğer ocak sönmüş ve susmuş, millet aç / Memleket matemde öksüz tahtu taç / Hasret olduk devri istibdâda (!) biz.” En çarpıcı şiire ise Rıza Tevfik imza atar. “Sultan Abdülhamid’in Ruhaniyetinden İstimdad” şiiri ibret doludur. “Nerdesin Şevketle Sultan Hamid Han, / Feryâdım varır mı bârigâhına?” mısralarıyla başlayan ağıt, bir vicdan azabı ve muhasebesidir: “Tarihler ismini andığı zaman, / Sana hak verecek, hey koca Sultan; / Bizdik utanmadan iftira atan, / Asrın en siyasî Padişahına! // Divane sen değil, meğer bizmişiz! / Bir çürük ipliğe hülya dizmişiz! / Sâde değli değil, edepsizmişiz! / Tükürdük atalar kıblegâhına.” Bugün de kafası karışık, zihni karanlık, fikirleri karmaşık ve serüven peşinde koşan bazı aydınlar, tarihten ibret almalıdır. Aksi takdirde ileride dökecekleri pişmanlık gözyaşları, hiç bir anlam taşımayacaktır.