Kalpler pır pır ağızlar vır vır
Kahramanmaraş’ın Pazarcık ilçesi merkez üssü olan, bir günde iki büyük deprem ile Doğu Anadolu, Güneydoğu Anadolu ve Akdeniz bölgelerinde can ve mal kayıplarına neden olan büyük bir afet kalplerimizi pır pır ettirdi.
Canımız yandı.
Depremin getirdiği o çaresizlik hissine karşı elimizin kolumuzun bağlı
olması bir yana hayatlarımızda aslında gerçek ihtiyaçların bir anda farkına
varacak vakti de bir anlığına denk getirdik.
Her ne kadar binlerce insanın yaralı kaldığı, yüzlerce insanın ise hayatını
kaybettiği deprem afetine karşı devletimizin dört bir kolla mücadele ettiğini
görmek çok güzel olsa da keşkeler içimizden geçti de durdu.
İnsanlarımız her bir taraftan çağrıda bulunuyor, yardımcı olmak için
ellerinden gelenleri yapıyorlar.
Diyanet İşleri Başkanlığı camileri
sığınmayı yeri olarak gösterirken Alevi Dernekleri ise
Cemevlerinin kapılarını sonuna kadar açıyorlar.
Artık sadece zor zamanlarda bir araya gelebilme hâlini görmek insanı
üzerken az da olsa yine de sevindiriyor maalesef...
Keşke birbirimizin farkına sadece zor zamanda varmasak...
Evvelinde de ahirinde de bu topraklarda hep birlikte yaşam sürdüğümüzü ve
aynı mezarlıkları kendimize mesken tutacağımızı hatırlayabilsek...
Ama bazen olmuyor işte...
Kalplerimizin pır pır ettiği o zor zamanlarda
aslında kapitalist dürtülerle zenginleşme araçlarına
saldırışımız ne kadar da boş geliyor değil mi?
Hâlbuki göçük altında kalan bebekler, çocuklar, yaşlılar yani
tüm canların yaşamak için kentsel dönüşüm konusunda
uzlaşma olmasını beklemesi mi gerekirdi?
Canları korumak yerine daha fazla daire almak için hesap
yapanlar sebebiyle kazması vurulamayan dönüşüm projelerinden belediyelerde rant
kazanmak için fazladan çıkılan katlara kadar bu canların hesabını kimler
verecek?
Aklımızın alnımıza çalınan karayı göremediği için duygusuzlaştığı yeni bir
dönem mi bizi bekliyor?
Yoksa bu sefer ders çıkarıp da kentsel dönüşümün en büyük konut projesi
olduğu gerçeğini anlayabilecek miyiz?
Toplanan deprem vergilerinin, ilgili yere harcanması için daha
kaç can hiç olmalı?
Siyasetçilerin oy toplamak uğruna birbirlerini suçladığı o
kısır tartışmalar şimdi o canları geri getirecek mi?
Ülkemizin nimetlerini paylaşırken kendilerini ayrıcalıklı gören bazı
müteahhitlerin yıkılan binaların sorumluluğunu alacağını görebilecek miyiz?
İllaki onursuzluğun Japonya’daki bedelini mi talep etmemiz gerekiyor?
Yoksa başka çözümlerin mümkün olduğu bir Türkiye bizlere lütuf mu sayılır?
İnsanlarımızın ayrıştığı dünden, bugün ortaklaştığı bir tas çorbaya ne
kadar hızlı geçtik değil mi?
İnşallah menfaatlerimizi de bu denli ortaklaştırarak, bizleri kandırmak
isteyenlere karşı vatandaşlık haklarımızı talep edebiliriz.
Bizi kandırmak isteyenlere dönüşüm vaatlerinin detaylarını sorabiliriz.
AFET DÖNEMİNDE ENERJİ KITLIĞI
Japonya için
gününün normali olan, bizim için ise hâlâ büyük bir afet olarak
görülen depremin kış dönemine rastlaması aynı zamanda büyük zorlukları da
beraberinde getiriyor.
Yıkılan binalarda gaz sıkışması ve patlamaların önüne
geçilmesi için doğal gazın merkezi olarak kesildiğini
biliyoruz.
Ama aynı zamanda elektrik de patlama riski taşıyan alanı
tutuşturabileceği için kesiliyor.
Hayatın akışında olmazsa olmaz olan enerji bir anda yeşil
enerji, yenilenebilir enerji, konvansiyonel
enerji ayrımından çıkıyor.
Afet bölgesinde ışık ve makinaların çalışması için motorin ihtiyacınız
hasıl oluyor.
Bu nedenle çevreci enerji sağlama imkânı neredeyse
imkânsız bir hâl alırken konvansiyonel enerji kaynakları vazgeçilmez
oluyor.
Petrol bazlı ürünler ısınma için de iş
makinaları için de jeneratörler ile elektrik üretmek
için de olmazsa olmaz oluyor.
Bu nedenle dünyanın yenilenebilir enerjiye ihtiyacı olduğu
kadar kriz zamanlarında kolayca kullanacağı konvansiyonel enerji
kaynaklarına da ihtiyacı olmaya devam edecek.
Petrol aramanın ve piyasaya
ulaştırmanın ne kadar değerli ve önemli olduğu
düşünülünce Türkiye’nin arama ve bulma faaliyetlerinde
çok daha agresif olması gerektiği daha iyi anlaşılıyor.
Ülkemizi dört koldan daha müreffeh bir hale getirmek için
artık rasyonel, hesap verebilir ve makul davranmanın
zorunluluğunu anlamamızın vakti geldi.
Siyasetçileri ortak menfaatlerimizde birleşmeye zorlamazsak saçma
gündemlerle bizleri avutmasına devam ederiz.
Benden söylemesi...