Kalp yalan söylemez
Ben söze değil uygulamaya
bakarım. Yapılan değil ortaya çıkan benim için daha önemlidir. İstediğiniz
kadar konuşun, sabaha kadar çene patlatın, sizi değil eserinizi dinlerim.
Sizinle değildir çünkü benim işim, hatta belki hiç tanımamışımdır belki sizi,
bundan sonra da göremeyeceğimdir ama
eserleriniz önemlidir, onlar gelir dokunur bana, onlar cümle kurar,
onlar yüzüme parlaklık verir veya soldurur onu. Eserlerinizdir bayım dokunan
bana, güncel yaşamımı etkileyen odur. Geleceğimi belirleyecek olan,
geleceğimizi... Burnumdan ve ruhumdan içeri giren icraatlarınızdır ve o etkiler
beni, iyi veya kötü, doğru veya yanlış, hakça veya batılın üzerine oturmuş. Ve
onu görürüm her sabah uyandığımda ve her öğle onunla içli dışlı olurum ve her
akşam benden geriye kalan, onun bana verdiği, vermediğidir. Vaatlerini yerine
getirip getirmediğidir eserlerinizin, gerisi lafugüzaf...
Söz uçar icraat kalır.
Ben uygulamaya bakarım. Başağa ve buğday tarlasına… Onun sulanıp sulanmadığına,
ışıkla buluşturulup buluşturulmadığına, tanelerinin dolu olup olmadığına.
Rüzgar esmiş, eğip bükmüş beni ilgilendirmez. Sel basmış, kuraklık olmuş, talan
edilmiş, beni ilgilendirmez. Ben size bakarım, besmeleyle başlayıp
başlamadığınıza, tarlaya özenle yaklaşıp yaklaşmadığınıza, verdiğiniz sözleri
tutup tutmadığınıza… Eylemin onaylamadığı söz yalancıdır çünkü. Tek başına söz
rüzgardır, uygulamadır başağın köküne yürüyen su. Bütün bunlardan sonra çıkarım
bir tepenin başına bakarım: Başaklar yeterince sağlıklı görünüyor mu, baş
verecek mi, buğdaya dönüşecek mi, hastalıklı mı, kurtlu mu, çaresiz mi,
geleceği görüyor mu? Umutsuz mu yoksa, dışı parlak, içi tamtakır mı, vaatkar mı,
hiçbir şey önermiyor mu, bire otuz verse bile genetiği değiştirilmiş mi
özgünlüğünü korumuş mu, zehir mi saçıyor şifa mı dağıtıyor, ben ona bakarım.
Ben parçaya değil bütüne
bakarım bayım. İnsanın ve toplumun nereden nereye gittiği benim için daha
önemlidir. Bütün neyi söyler, metin neyi umdurur ve buldurur, önemli olan budur.
Aldınız, kullandınız, verdiniz. Alırken nasıldı, nasıl kullandınız, ne
yaptınız, teslim ederken elime tutuşturulan nedir, ben ona bakarım. Parça
aldınız, bütünleştirdiniz mi? Kaos aldınız, düzene koydunuz mu? Herbir parçayı
uygun yere yerleştirdiniz mi? Büyükleri büyük, küçükleri küçük… Sistem
çalışıyor mu, hareket ediyor mu araba? Ve hızı önemli değil, nereye gidiyor,
nereye götürüyor bu insanları, ben istikamete bakarım bayım, süslü sözlere
değil…
Yüz yıllık enerjiyi
aldınız örneğin, otuz yıl boyunca ince ince örülen hayalleri aldınız. Dönüştü
mü gerçeğe, yoksa hayal kırıklığına mı tahvil edildi, ben ona bakarım. Bir
teorimiz vardı ve içimizden şöyle diyorduk: Bir gün gelirsek, bir gün gücü
alırsak elimize, bütün insanlar rahat edecek, bütün insanlar huzura kavuşacak,
bütün insanlar ruhen ve bedenen doyacak. Sadece biz değil, bizim gibi
düşünenler değil, onlar da, biz gibi görmediklerimiz de, sadece yakınımızdakiler
değil onlar da, yabancıladıklarımız da incinmeyecek. Yaptık, mı, üstesinden
geldik mi bunun? Yakınlarımız zaten huzura kavuştu ve uzaktakiler de bizden
emin, bizi seviyor, bize güveniyor mu, ben ona bakarım. Dostlarımız zaten emin,
emin mi düşmanlarımız da, yakınlarımız zaten mutmain, razı mı uzakta
kalanlarımız da, ben ona bakarım.
Otuz yıl boyunca
çalışmış, didinmiştik. Acı çekmiş, sabretmiştik. Bir gün, ah bir gün gelirsek
oraya, bir gün varırsak tepeye, bir gün görürsek tepeden aşağı olan bitenleri
görün siz o zaman, kurt ile kuzu nasıl yaşarmış? Görün o zaman uzun çöp
kısasından hakkını nasıl alırmış, görün o zaman insanlık neymiş, tevazu neymiş,
iş nasıl yapılır, icraat nasıl ortaya konurmuş diyorduk her samimi sohbetimizde
ve en başta kendimize. Gördük mü gösterdik mi? Ben ona bakarım. Ben hasat
zamanına bakarım. Ben yola çıkanların yolda yanımda olup olmadıklarına, yanımda
değillerse neden yanımda olmadıklarına bakarım. Ben yalnız değilsiniz bu yolda
diyenlerin, bizi yalnız bırakmayanların, bizi biz yapanların ağızlarının içine
bakarım, bizi yalnızlıktan kurtaranların şimdi yalnız olup olmadıklarına…
Ben adalete, hakka, hukuka, liyakate bakarım. Orada işler tamam mı? Orada kalbim rahat mı, orada içim mutmain mi, ona bakarım. Arkamdan herkes her şeyi söyler elbet, bunun da kendince bir kıymeti vardır ya, önce vicdanıma bakarım. Orası rahat mı? Aynanın karşısına geçer, sorumu sorarım: Ayna ayna hakiki ayna söyle bakalım, yüzüm değişti mi? Söyle bakalım kalbim değişti mi? Söyle bakalım zihnim değişti mi? Söyle bakalım, değiştim mi ben? Ben aynanın bana gösterdiklerine bakarım. Yüzüm hala bakılacak durumdaysa sorun yok, kalbim daha huzurluysa sorun yok, zihnim daha açıksa, daha berraksa sorun yok. Aynanın üzerini kapatmam ama. Aynaya perde çekip hakikat ile arama mesafe koymam. Aynaya güvenirim, vicdana güvenirim, kalp yalan söylemez, bunu bilirim.