Kalp çölünün yabancısı insanı ararken…
Bir bardakta fırtına koparabiliyor eşler. Kimse kimseyi dinlemiyor; çünkü evrende herkes bir tek kendisini haklı görüyor demek ki. Nedir insanın paylaşamadığı. Şöyle bir düşünmeye davet ediyorum, lakin sanki düşünme melekemizi yitireli çok oldu. Ebeveynler evlatlarından şikâyetçi, öğretmenler talebelerinden, talebeler öğretmenlerinden. Ev sahibiyle kiracı kavgalı. Patronlar kadar kötü kimseyi göremiyor işçi, patronlar işçisinden şikâyetçi çokça. Neredeyse herkes herkesi kazıklama, kandırma telaşında. Herkes herkesi şikâyet etme yarışında, biri çıkıp da birini takdir etse ya… İnsan insana yabancı.
Hastalıklı bir çağda olduğumuzu kabul etmeliyiz. İzm’lerin kanserinde insan. Psikolog ve psikiyatr klinikleri ‘‘müşterilerine’’ zaman yetiştirememe telaşında…
En çok da kanaati tükettik, tamahkârlığı ürettik. Nefret ektik, sevgi bekledik. Kıskançlık ve kibir kuklaları dolup taştı çağdan.
Eskiye özlem mi, değil tabi ki de; lakin eskiden her hâl böyle değildi. Elbette ‘‘devir değişmiş’’ amenna, ancak devir değişirken genetiğimiz de değişmeseydi. Anneler kıt kanaat on tane evlat yetiştirirdi, bir kez bile sitem etmezdi o aziz fakirliğinden. Bugünse çift maaşlı evlerde ebeveynler iki çocuğun masraflarını yetiştiremediklerinden mustarip. Gardıroplar esvaplarla dolup taşarken, kombin sarhoşu olmuşken bizler, yüreklere açtığımız yarayı göremiyor, ‘insanlığa’ hasret kaldığımız şu demde, mahrumiyetini yaşadığımız insanlık alametlerine çok uzak kalmanın mahkûmiyetini yaşıyoruz.
Dert ortağı bulmak neredeyse imkânsız. Bir dost, bir dost gerçekten kâfi, fakat nerde. Ah, zaman kadar üzülüyorum. Menfaatine mürit olmuş âdemoğlu, kapitalizmin kanserinde maddeyi mürşit seçmiş insan. Marifet iltifata değil, menfaate yenilmiş. İrfan ve hikmet bilgeliğinin azabını görüyorum; lakin hakikat bu değil.
Paranın ve koltuğun bu kadar şerefsizleştirebildiği gücün hayretini yaşıyor dem. Kokuşmuş kibri, tertemiz elbiseler saklayamıyor maalesef. Böbürlenirken insan, devenin boyundan posunda bihaber mi. Şu, soluğu ağır kelimeleri yakıştıramıyorum dünyama; ancak yazmıyorum dayanamıyorum ‘‘… sussam gönül razı değil.’’
Ah keşke hayatlarımız sosyal medyadaki gibi mutlu mesut olsaydı. Değil, mutlu değiliz. Aklımızı kalbimize teslim etmemenin bedelini ödüyoruz. Tozpembe dünyanın tozunda ciğerler ne halde. Bedel ödüyoruz, hakikat meyvesini sulayamayan çağ bedel ödetiyor.
İki asır yaşamışız kadar azap ve keder doluyken bizler, oysa zamanın ne kadar hızlı aktığından, ömrümüzün ne kadar biçimsiz, anlamsız ve kısa olduğundan şikâyetçiyiz hemen hepimiz. Bir açıklaması olmalı bütün bunların. İnsana ne oldu…