Dolar (USD)
34.25
Euro (EUR)
37.59
Gram Altın
2922.11
BIST 100
9109.34
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

06 Ekim 2024

Kalp Atışları ve Özdenören'den Hatıralar

Merhum yazarımız Rasim Özdenören’in Kalp Atışları ve Hatıralar ile Ölümün Tırpanı Hayatın Coşkusu isimli kitapları yayımlandı.

Büyük yazarlar dünya hayatını tamamlayıp ebedî yolculuğa çıksalar da eserleriyle aramızda yaşamaya ve bize tesir etmeye devam ederler. Rasim Özdenören bu kabil büyük yazarlarımızdandır. 23 Temmuz 2022 tarihinde Ankara’da vefat eden Özdenören, baba toprağı Eyüpsultan’daki ebedî istirahatgâhında yatıyor. Onu dünya gözüyle görenler, kendisiyle dostluk kuranlar elbette özlüyor. Bundan mahrum kalanlar ise hasretini çekiyor, kitaplarına sığınıyor. Ancak Rasim Özdenören gibi sadece edebiyatçı değil aynı zamanda düşünce yönüyle öne çıkan mütefekkir edipler kolay kolay unutulamaz. Bütün eserlerini neşreden İz Yayıncılık, merhumun iki eserini daha kültür hayatımıza kazandırdı: Kalp Atışları ve Hatıralar ile Ölümün Tırpanı Hayatın Coşkusu. İlk kitap Özdenören’le yapılmış olan röportajlardan meydana geliyor. Kitabı yayıma hazırlayan, “Rasim Özdenören Bibliyografyası”nın emektarı olan Yusuf Turan Günaydın, “Söyleşileri Takdim” yazısında kitabın serencamını anlatıyor. Hakikaten her kitabın bir kaderi vardır ve buna inanmak lazımdır. Teferruatı o yazıda var ama iyi ki başta merhum yazarımız olmak üzere birçok kişinin alın teri döktüğü bu konuşmalar günışığına çıktı, edebiyat ve fikir dünyamıza armağan edildi. Kitap, “Tutkular”, “Aşk”, “Tasavvufun Önerdiği” ve “Hatıralar Etrafında” bölümleriyle okurun önüne konuluyor. Yazarımızla yapılmış olan ve büyük kısmı muhtelif gazete, dergi ve internet sitesinde yayımlanmış olan bu söyleşilerde feyizli, bereketli, nurlu bir hayatın ibret veren sayfalarını okuyoruz.

ZENGİN BİR GÖNÜL İNSANI

Rasim Özdenören şüphesiz Türk edebiyatının unutulmayacak büyük bir hikâyecisi, deneme yazarıydı. “Gül Yetiştiren Adam” romanının adı olduğu gibi edebiyatçımızın asıl misyonuydu. Nesiller yetiştirdi. Necip Fazıl’ın Büyük Doğu, Sezai Karakoç’un Diriliş ve Nuri Pakdil’in Edebiyat dergilerinde başlayan yazı serüvenine kendisi de “Yedi Güzel Adam” olarak bilinen dostlarıyla birlikte katılmış ve mektep dergilerimizden Mavera’yı yayımlamışlardı. Mavera, Cahit Zarifoğlu, Erdem Bayazıt, Mehmet Akif İnan, Alaeddin Özdenören, Ersin Nazif Gürdoğan ve diğer kalem erbabı ile birlikte dergicilik semamızda sönmeyecek bir yıldız olarak duruyor. Kitap sadece edebiyat alanında düşünülmüş ve karşılığı alınmış soru ve cevaplardan oluşmuyor şüphesiz. Türk ve Batı edebiyatları, Divan şiiri, Tanzimat dönemi, Cumhuriyet yazarları hakkında Özdenören’in orijinal fikir, tesbit ve tahlillerini okuyoruz. Mesela Uğur Polat’ın sorularına cevap verirken “Yûnus Emre söylememiş, bu sözler ona söyletilmiş.” diyor. Yakın dönem edebiyat dünyamız, dergiciliğimiz hakkında da istifade edilen fikirlerini öğreniyoruz. Bu metinlerde sadece büyüğümüzün edebiyat kanaatlerini ve sanat telakkilerini öğrenmekle kalmıyor, hayata dair de çok kıymetli değerlendirmelerine şahit oluyoruz. Tabii röportaj söz konusu olunca konuşturucular, yani mülakatı yapanlar çok farklı konularda da soru yöneltebiliyorlar. Ve Rasim Bey, hepsine büyük bir tahammül ve sabır içinde cevap veriyor. Fikir hayatımızın temel meseleleri de ele alınıyor, aile, sinema, tiyatro, aile, mizah, Ramazan ve bayramlar gibi konular da… Mesela “anne kavramı” hakkındaki görüşleri çok çarpıcı. Kanaatimce Rasim Özdenören düşünür-edebiyatçılar sınıfına dâhil edilmesi gereken abide şahsiyetlerimizdendir. Ve zaten edebiyatı besleyen ana kaynaklar da bu düşüncelerdir, tefekkürdür. Ben söyleşilere egemen olan hatıraları çok sevdim. Çünkü bu hatıra cümlecikleri bir nehir gibi bizi büyük denize ulaştırıyor. Özdenören’in beslendiği kaynaklar, etkilendiği çevre, her zaman yararlandığı şahıslar kadrosu ve muazzam gözlem gücü.

TASAVVUFA BAKIŞ

İbrahim Beyhan’ın yaptığı konuşmanın başlığı “Cahit Zarifoğlu ve Tasavvuf Üzerine Mülakat”ını okurken sadece Zarifoğlu, Erdem Bayazıt ve Mehmet Akif İnan gibi yakın dostlarının birer tarikata intisap edişlerinin hikâyesini anlatmıyor Özdenören kendisinin de tasavvufa bakışını, tarikatlara yaklaşımını bilgece ve Müslümanca, İslami hükümler çerçevesinde değerlendiriyor. Velhasıl eser, baştan sona dikkatle okunması ve üzerinde titizlikle düşünülmesi gerekiyor. Sanat dünyamıza yeni boyutlar katan kitabı ben çok sevdim, sizler de inanıyorum ki severek okuyacak ve üstadın külliyatına yöneleceksiniz.

ÖLÜMÜN TIRPANI

Yazarımızın Ölümün Tırpanı Hayatın Coşkusu da yeni bir eser ve yazarımızın kitaplaşmamış olan gazete yazılarından oluşuyor. Bunu Takdim’de kitabı hazırlayan Yusuf Turan Günaydın’dan öğreniyoruz. Yazılar, Günaydın’a göre ‘tanımlanmış portre’ türüne yakın. Bir kısmı ise nekroloji olarak tanımlanan ‘vefeyat’ yazıları. Yani vefat etmiş dostların, tanıdıkların ardından yazılanlar… Bu tür yazıların edebiyat tarihine çok büyük katkılar sağladığını söylemeye gerek yok. Zira tanıklıklar var, tespit ve teşhisler var. Ve hepsinden önemlisi meşhur kişilere Rasim Özdenören’in narin, gerçekçi ve nahif bakışı var. Dolayısıyla anılan bu şahsiyetler hakkındaki kanaatlerimizi de tashih etme fırsatı bulabiliyoruz. Kitapta “Ölümsüzlüğe Göçenler” arasında Necip Fazıl, Alaeddin Özdenören, Cahit Zarifoğlu, Erdem Bayazıt, Mehmet Akif İnan, Nuri Pakdil, Esad Coşan Hoca, Ahmet Kabaklı, Cengiz Dağcı, Ahmet Bayazıt, Ali Kutlay, Ramazan Dikmen, Sabahattin Zaim, Bahri Zengin, Ahmet Kekeç, Ferhat Koç, Asım Gültekin Neşet Ertaş, Nur Vergin ve birçok kişi var. Görüldüğü gibi bu isimler daha çok görüştüğü, irtibat hâlinde olduğu, en azından dostluk kurduğu simalardan oluşuyor. Bir de “Siyasi Portreler” var. Bu bölümde ilginç isimler ve ustamızın onlara derinlemesine, kuşatıcı bakışları var. O isimlerden bazıları şöyle: Necmettin Erbakan, Süleyman Demirel, Turgut Özal, Aydın Menderes, Yusuf Bozkurt Özal, Ekmeleddin İhsanoğlu ve Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan. Vefalı yönü, kadirbilir kişiliğiyle temayüz eden ve hepimize bu konuda örnek olan Rasim Özdenören, sevdiği bazı isimler hakkında birden fazla yazı da yazmıştır. Malum vefat yıldönümlerinde bazı şahsiyetler hep yâd edilegelir. Kalben yakınlık duyduğu isimler için üç dört yazı yazdığı görülmüştür yazarımızın. Ama bunların hiçbiri diğerinin tekrarı değildir. Her yazıda andığı merhumun farklı bir yönünü görüyor ve bize gösteriyor. Bilmediğimiz, duymadığımız hatıralarını öğreniyor ve merhumu hakkıyla tanımaya başlıyoruz. Ben Rasim Özdenören gibi büyük yazarları bu milletin, hatta ümmetin hocaları olarak görüyorum. Yol verirler, yön gösterirler, doğru istikameti işaret ederler ve hepimize hüsn-ü misal olurlar. Cenab-ı Allah rahmet eylesin. Mekânı cennet, menzili mübarek olsun.

HAYATIMIN HİKÂYESİ

Geçenlerde Eyüpsultan’da devam eden “Eyüpsultan’ın Ebedî Sakinleri” toplantılarımızdan birinde merhum hafız, mevlidhan, bestekâr, hanende ve tarihçi Ali Rıza Sağman’ı andık. Sanatkârımızın bütün yönleriyle değerlendirildiği ve hizmetlerinin anlatıldığı o toplantıdan sonra Tokmaktepe Mezarlığı’nda bulunduğu ifade edilen kabrini bulmak için bir grup ile birlikte yola çıktık. Doğrusu heyecanlıydık, zira farklı sahalarda hizmet etmiş bir ‘hezarfen’in mezarını ziyaret edip başında dua edecektik. Ancak merhumun kabrini bulamadık. Yıllar önce Tokmaktepe Mezarlığı civarında yeni yol yapılmış ve tarihî kabristan üç parçaya bölünmüş, bazı mezarlar yol geçeceği için taşınmış, ‘nakl-i kubur’ yapılmıştı. Olacak iş değil! Bir mezarlık nasıl bölünür, üstünden veya altından nasıl yol geçer? Sultanahmet’te yol yapılacağı gerekçesiyle Sultanahmet Camii’ni ortadan kaldırmaya benzer ama ne yazık ki o yıllarda bu mesele kimsenin umurunda olmamıştı. Sağman için dostlarım Muhsin Karabay ve Zeki Gezer ile bir daha kabristana gittik, yine elimiz boş döndük. Üzüldük ama vazgeçmeyeceğiz. Musiki camiasından tanıdıklara soruyoruz. İnşallah yerini bilen çıkar ve biz üstadı kabri başında da rahmetle anarız. Seneler önce merhum romancımız Osman Cemal Kaygılı’nın aynı kabristanda olan mezarını da aramış ve bulamamıştım. Bu, kültür dünyamızın hicranlı bir yarasıdır ama biz şimdi kitaplardan bahsediyoruz. Ali Rıza Sağman hakkında önemli bir kitabı yine İz Yayıncılık sanat dünyamıza kazandırmış. Hayatımın Hikâyesi isimli kitabı Dücane Cündioğlu ve Yusuf Turan Günaydın yayıma hazırlamış. Bu kıymetli hatıratı okumak bize çok şey kazandıracak. Zira sanatkârımız sürgün yıllarında yaşadıklarını dile getirirken ve bütünüyle hayatını anlatırken dönemine de ayna oluyor. Ünye’de, Giresun’da, Karagöl Yaylası’nda, Sinop’ta, Çorum’da, Vezirköprü’de, Havza’da yaşadıklarını dile getiriyor. Hem ailesini, hem çevresini, hem de memleketimizi yani bütünüyle Türkiye’mizi anlatıyor.

HARMANCI’DAN DENEMELER

Abdullah Harmancı’nın Yaşadım Diyorsunuz, Ben Size Rastlamadım isimli deneme kitabı da İz’den. Deneme, edebiyatın en önemli, keyifli ve hakikatli türlerindendir. Rahat fakat derinlikli, sade ama kuşatıcı yazılardır denemeler. Sadece edebiyat âlemine yeni girenlerin değil ustaların da sevdiği ve at oynattığı sevimli alanlardır. Çünkü birçok türle zenginleşebilir her bir deneme. Bir şiirden mısralar da katarsınız, unutamadığımız bir hatıranızı da ilave edersiniz. Bazen de günlük tadında kıraat edersiniz yazılanları. Hangi niyetle yazılmışsa siz de benzer temennilerle okurken gönenir, zenginleşirsiniz. Abdullah Harmancı’nın denemeleri böyle bir coşkuyu, sevgiyi ve inanmışlığı yansıtıyor. Yürekten kutluyorum.

ROMANIN KENDİNİ KEŞFİ

Romanlar kadar roman üzerine düşünülenler de kitaplaşıyor. İyi de oluyor. Çünkü bizim roman türüne bakışımızda hâlâ tereddüt yaşayanlar var. Hikâyenin bize ait ama romanın Batı menşeli olduğu için tam anlamıyla benimsenmediği iddialarını hâlâ duyabiliyoruz. Hâlbuki edebî türler de kültürün diğer unsurları gibi Batı’dan veya dünyanın başka bölgelerinden alınsa da yerlileştirilebilir, millîleştirilebilir. Buna giyim, mutfak kültürü ve gezi anlayışını da katabiliriz. Dolayısıyla önemli olan sanatın mesela romanın nereden geldiği değil onu bizim nasıl kullandığımız keyfiyetidir. En büyük tavsiyeyi yüce Peygamber bize yapmıyor mu: “Hikmet müminin yitiğidir. Nerede bulursa almalıdır.” Veya “İlim Çin’de de olsa gidip alınız.” buyrukları bu hakikate işaret etmiyor mu? Esasen bu tür tartışmalar büyük ölçüde geride kalmıştır ve artık bizim de büyük romancılarımız vardır. Hatta bazıları dünya ölçeğindedir ve namları artık sınırlarımızı çoktan aşmıştır. Romanları dünya dillerine çevrilen pek çok yazarımız var şükürler olsun. Tuncay Bolat’ın İz Yayınları etiketiyle yayımlanan Romanın Kendini Keşfi kitabı, “Türk Romanında Üstkurmaca (1980-2000” alt başlığını taşıyor. Birinci bölümde ”Romanda Gerçek, Gerçekçilik ve Üstkurmaca” başlığı var. İkinci kısım “Başlangıcından Seksenlere Türk Edebiyatından Üstkurmaca Görünümleri” adını taşıyor. Ve son bölümde “Seksen Sonrası Türk Romanında Üstkurmaca” okurlara sunuluyor. Roman teorisi hakkında bugüne kadar çok roman yazıldı. Şüphesiz hiç biri faydadan hali değildir. Bir ara Türkiye’de senede 400 roman yazılıyordu. Büyük rakam. Romanların yazılması iyi ama bu başat tür üzerinde düşünmemiz de gerekiyor. Edebiyat dünyamıza, fikir âlemimize çok değerli eserleri kazandıran İz Yayıncılık’ın kıymetli yöneticilerine teşekkür ediyorum. Sağ olsunlar, var olsunlar.