Kalp Atışları ve Özdenören'den Hatıralar
Merhum yazarımız Rasim Özdenören’in Kalp Atışları ve Hatıralar ile Ölümün Tırpanı Hayatın Coşkusu isimli kitapları yayımlandı.
Büyük yazarlar dünya
hayatını tamamlayıp ebedî yolculuğa çıksalar da eserleriyle aramızda yaşamaya
ve bize tesir etmeye devam ederler. Rasim Özdenören bu kabil büyük
yazarlarımızdandır. 23 Temmuz 2022 tarihinde Ankara’da vefat eden Özdenören,
baba toprağı Eyüpsultan’daki ebedî istirahatgâhında yatıyor. Onu dünya gözüyle
görenler, kendisiyle dostluk kuranlar elbette özlüyor. Bundan mahrum kalanlar
ise hasretini çekiyor, kitaplarına sığınıyor. Ancak Rasim Özdenören gibi sadece
edebiyatçı değil aynı zamanda düşünce yönüyle öne çıkan mütefekkir edipler
kolay kolay unutulamaz. Bütün eserlerini neşreden İz Yayıncılık, merhumun iki
eserini daha kültür hayatımıza kazandırdı: Kalp
Atışları ve Hatıralar ile Ölümün
Tırpanı Hayatın Coşkusu. İlk kitap Özdenören’le yapılmış olan
röportajlardan meydana geliyor. Kitabı yayıma hazırlayan, “Rasim Özdenören
Bibliyografyası”nın emektarı olan Yusuf Turan Günaydın, “Söyleşileri Takdim”
yazısında kitabın serencamını anlatıyor. Hakikaten her kitabın bir kaderi
vardır ve buna inanmak lazımdır. Teferruatı o yazıda var ama iyi ki başta
merhum yazarımız olmak üzere birçok kişinin alın teri döktüğü bu konuşmalar
günışığına çıktı, edebiyat ve fikir dünyamıza armağan edildi. Kitap, “Tutkular”,
“Aşk”, “Tasavvufun Önerdiği” ve “Hatıralar Etrafında” bölümleriyle okurun önüne
konuluyor. Yazarımızla yapılmış olan ve büyük kısmı muhtelif gazete, dergi ve
internet sitesinde yayımlanmış olan bu söyleşilerde feyizli, bereketli, nurlu
bir hayatın ibret veren sayfalarını okuyoruz.
ZENGİN
BİR GÖNÜL İNSANI
Rasim
Özdenören şüphesiz Türk edebiyatının unutulmayacak büyük bir hikâyecisi, deneme
yazarıydı. “Gül Yetiştiren Adam” romanının adı olduğu gibi edebiyatçımızın asıl
misyonuydu. Nesiller yetiştirdi. Necip Fazıl’ın Büyük Doğu, Sezai Karakoç’un Diriliş
ve Nuri Pakdil’in Edebiyat dergilerinde
başlayan yazı serüvenine kendisi de “Yedi Güzel Adam” olarak bilinen
dostlarıyla birlikte katılmış ve mektep dergilerimizden Mavera’yı yayımlamışlardı. Mavera,
Cahit Zarifoğlu, Erdem Bayazıt, Mehmet Akif İnan, Alaeddin Özdenören, Ersin
Nazif Gürdoğan ve diğer kalem erbabı ile birlikte dergicilik semamızda
sönmeyecek bir yıldız olarak duruyor. Kitap sadece edebiyat alanında düşünülmüş
ve karşılığı alınmış soru ve cevaplardan oluşmuyor şüphesiz. Türk ve Batı
edebiyatları, Divan şiiri, Tanzimat dönemi, Cumhuriyet yazarları hakkında
Özdenören’in orijinal fikir, tesbit ve tahlillerini okuyoruz. Mesela Uğur
Polat’ın sorularına cevap verirken “Yûnus Emre söylememiş, bu sözler ona
söyletilmiş.” diyor. Yakın dönem edebiyat dünyamız, dergiciliğimiz hakkında da
istifade edilen fikirlerini öğreniyoruz. Bu metinlerde sadece büyüğümüzün
edebiyat kanaatlerini ve sanat telakkilerini öğrenmekle kalmıyor, hayata dair
de çok kıymetli değerlendirmelerine şahit oluyoruz. Tabii röportaj söz konusu
olunca konuşturucular, yani mülakatı yapanlar çok farklı konularda da soru
yöneltebiliyorlar. Ve Rasim Bey, hepsine büyük bir tahammül ve sabır içinde
cevap veriyor. Fikir hayatımızın temel meseleleri de ele alınıyor, aile,
sinema, tiyatro, aile, mizah, Ramazan ve bayramlar gibi konular da… Mesela
“anne kavramı” hakkındaki görüşleri çok çarpıcı. Kanaatimce Rasim Özdenören
düşünür-edebiyatçılar sınıfına dâhil edilmesi gereken abide şahsiyetlerimizdendir.
Ve zaten edebiyatı besleyen ana kaynaklar da bu düşüncelerdir, tefekkürdür. Ben
söyleşilere egemen olan hatıraları çok sevdim. Çünkü bu hatıra cümlecikleri bir
nehir gibi bizi büyük denize ulaştırıyor. Özdenören’in beslendiği kaynaklar, etkilendiği
çevre, her zaman yararlandığı şahıslar kadrosu ve muazzam gözlem gücü.
TASAVVUFA
BAKIŞ
İbrahim Beyhan’ın
yaptığı konuşmanın başlığı “Cahit Zarifoğlu ve Tasavvuf Üzerine Mülakat”ını
okurken sadece Zarifoğlu, Erdem Bayazıt ve Mehmet Akif İnan gibi yakın
dostlarının birer tarikata intisap edişlerinin hikâyesini anlatmıyor Özdenören
kendisinin de tasavvufa bakışını, tarikatlara yaklaşımını bilgece ve Müslümanca,
İslami hükümler çerçevesinde değerlendiriyor. Velhasıl eser, baştan sona
dikkatle okunması ve üzerinde titizlikle düşünülmesi gerekiyor. Sanat dünyamıza
yeni boyutlar katan kitabı ben çok sevdim, sizler de inanıyorum ki severek
okuyacak ve üstadın külliyatına yöneleceksiniz.
ÖLÜMÜN TIRPANI
Yazarımızın
Ölümün Tırpanı Hayatın Coşkusu da
yeni bir eser ve yazarımızın kitaplaşmamış olan gazete yazılarından oluşuyor.
Bunu Takdim’de kitabı hazırlayan Yusuf Turan Günaydın’dan öğreniyoruz. Yazılar,
Günaydın’a göre ‘tanımlanmış portre’ türüne yakın. Bir kısmı ise nekroloji olarak
tanımlanan ‘vefeyat’ yazıları. Yani vefat etmiş dostların, tanıdıkların
ardından yazılanlar… Bu tür yazıların edebiyat tarihine çok büyük katkılar
sağladığını söylemeye gerek yok. Zira tanıklıklar var, tespit ve teşhisler var.
Ve hepsinden önemlisi meşhur kişilere Rasim Özdenören’in narin, gerçekçi ve
nahif bakışı var. Dolayısıyla anılan bu şahsiyetler hakkındaki kanaatlerimizi
de tashih etme fırsatı bulabiliyoruz. Kitapta “Ölümsüzlüğe Göçenler” arasında
Necip Fazıl, Alaeddin Özdenören, Cahit Zarifoğlu, Erdem Bayazıt, Mehmet Akif
İnan, Nuri Pakdil, Esad Coşan Hoca, Ahmet Kabaklı, Cengiz Dağcı, Ahmet Bayazıt,
Ali Kutlay, Ramazan Dikmen, Sabahattin Zaim, Bahri Zengin, Ahmet Kekeç, Ferhat
Koç, Asım Gültekin Neşet Ertaş, Nur Vergin ve birçok kişi var. Görüldüğü gibi
bu isimler daha çok görüştüğü, irtibat hâlinde olduğu, en azından dostluk
kurduğu simalardan oluşuyor. Bir de “Siyasi Portreler” var. Bu bölümde ilginç
isimler ve ustamızın onlara derinlemesine, kuşatıcı bakışları var. O isimlerden
bazıları şöyle: Necmettin Erbakan, Süleyman Demirel, Turgut Özal, Aydın
Menderes, Yusuf Bozkurt Özal, Ekmeleddin İhsanoğlu ve Cumhurbaşkanımız Recep
Tayyip Erdoğan. Vefalı yönü, kadirbilir kişiliğiyle temayüz eden ve hepimize bu
konuda örnek olan Rasim Özdenören, sevdiği bazı isimler hakkında birden fazla
yazı da yazmıştır. Malum vefat yıldönümlerinde bazı şahsiyetler hep yâd
edilegelir. Kalben yakınlık duyduğu isimler için üç dört yazı yazdığı
görülmüştür yazarımızın. Ama bunların hiçbiri diğerinin tekrarı değildir. Her yazıda
andığı merhumun farklı bir yönünü görüyor ve bize gösteriyor. Bilmediğimiz,
duymadığımız hatıralarını öğreniyor ve merhumu hakkıyla tanımaya başlıyoruz.
Ben Rasim Özdenören gibi büyük yazarları bu milletin, hatta ümmetin hocaları
olarak görüyorum. Yol verirler, yön gösterirler, doğru istikameti işaret
ederler ve hepimize hüsn-ü misal olurlar. Cenab-ı Allah rahmet eylesin. Mekânı
cennet, menzili mübarek olsun.
HAYATIMIN
HİKÂYESİ
Geçenlerde
Eyüpsultan’da devam eden “Eyüpsultan’ın Ebedî Sakinleri” toplantılarımızdan
birinde merhum hafız, mevlidhan, bestekâr, hanende ve tarihçi Ali Rıza Sağman’ı
andık. Sanatkârımızın bütün yönleriyle değerlendirildiği ve hizmetlerinin
anlatıldığı o toplantıdan sonra Tokmaktepe Mezarlığı’nda bulunduğu ifade edilen
kabrini bulmak için bir grup ile birlikte yola çıktık. Doğrusu heyecanlıydık,
zira farklı sahalarda hizmet etmiş bir ‘hezarfen’in mezarını ziyaret edip başında
dua edecektik. Ancak merhumun kabrini bulamadık. Yıllar önce Tokmaktepe
Mezarlığı civarında yeni yol yapılmış ve tarihî kabristan üç parçaya bölünmüş,
bazı mezarlar yol geçeceği için taşınmış, ‘nakl-i kubur’ yapılmıştı. Olacak iş
değil! Bir mezarlık nasıl bölünür, üstünden veya altından nasıl yol geçer?
Sultanahmet’te yol yapılacağı gerekçesiyle Sultanahmet Camii’ni ortadan
kaldırmaya benzer ama ne yazık ki o yıllarda bu mesele kimsenin umurunda
olmamıştı. Sağman için dostlarım Muhsin Karabay ve Zeki Gezer ile bir daha
kabristana gittik, yine elimiz boş döndük. Üzüldük ama vazgeçmeyeceğiz. Musiki
camiasından tanıdıklara soruyoruz. İnşallah yerini bilen çıkar ve biz üstadı
kabri başında da rahmetle anarız. Seneler önce merhum romancımız Osman Cemal
Kaygılı’nın aynı kabristanda olan mezarını da aramış ve bulamamıştım. Bu,
kültür dünyamızın hicranlı bir yarasıdır ama biz şimdi kitaplardan
bahsediyoruz. Ali Rıza Sağman hakkında önemli bir kitabı yine İz Yayıncılık
sanat dünyamıza kazandırmış. Hayatımın
Hikâyesi isimli kitabı Dücane Cündioğlu ve Yusuf Turan Günaydın yayıma
hazırlamış. Bu kıymetli hatıratı okumak bize çok şey kazandıracak. Zira
sanatkârımız sürgün yıllarında yaşadıklarını dile getirirken ve bütünüyle
hayatını anlatırken dönemine de ayna oluyor. Ünye’de, Giresun’da, Karagöl
Yaylası’nda, Sinop’ta, Çorum’da, Vezirköprü’de, Havza’da yaşadıklarını dile
getiriyor. Hem ailesini, hem çevresini, hem de memleketimizi yani bütünüyle
Türkiye’mizi anlatıyor.
HARMANCI’DAN
DENEMELER
Abdullah
Harmancı’nın Yaşadım Diyorsunuz, Ben Size
Rastlamadım isimli deneme kitabı da İz’den. Deneme, edebiyatın en önemli,
keyifli ve hakikatli türlerindendir. Rahat fakat derinlikli, sade ama kuşatıcı
yazılardır denemeler. Sadece edebiyat âlemine yeni girenlerin değil ustaların
da sevdiği ve at oynattığı sevimli alanlardır. Çünkü birçok türle zenginleşebilir
her bir deneme. Bir şiirden mısralar da katarsınız, unutamadığımız bir
hatıranızı da ilave edersiniz. Bazen de günlük tadında kıraat edersiniz
yazılanları. Hangi niyetle yazılmışsa siz de benzer temennilerle okurken gönenir,
zenginleşirsiniz. Abdullah Harmancı’nın denemeleri böyle bir coşkuyu, sevgiyi
ve inanmışlığı yansıtıyor. Yürekten kutluyorum.
ROMANIN
KENDİNİ KEŞFİ
Romanlar
kadar roman üzerine düşünülenler de kitaplaşıyor. İyi de oluyor. Çünkü bizim
roman türüne bakışımızda hâlâ tereddüt yaşayanlar var. Hikâyenin bize ait ama
romanın Batı menşeli olduğu için tam anlamıyla benimsenmediği iddialarını hâlâ
duyabiliyoruz. Hâlbuki edebî türler de kültürün diğer unsurları gibi Batı’dan
veya dünyanın başka bölgelerinden alınsa da yerlileştirilebilir, millîleştirilebilir.
Buna giyim, mutfak kültürü ve gezi anlayışını da katabiliriz. Dolayısıyla
önemli olan sanatın mesela romanın nereden geldiği değil onu bizim nasıl
kullandığımız keyfiyetidir. En büyük tavsiyeyi yüce Peygamber bize yapmıyor mu:
“Hikmet müminin yitiğidir. Nerede bulursa almalıdır.” Veya “İlim Çin’de de olsa
gidip alınız.” buyrukları bu hakikate işaret etmiyor mu? Esasen bu tür
tartışmalar büyük ölçüde geride kalmıştır ve artık bizim de büyük
romancılarımız vardır. Hatta bazıları dünya ölçeğindedir ve namları artık
sınırlarımızı çoktan aşmıştır. Romanları dünya dillerine çevrilen pek çok
yazarımız var şükürler olsun. Tuncay Bolat’ın İz Yayınları etiketiyle
yayımlanan Romanın Kendini Keşfi
kitabı, “Türk Romanında Üstkurmaca (1980-2000” alt başlığını taşıyor. Birinci
bölümde ”Romanda Gerçek, Gerçekçilik ve Üstkurmaca” başlığı var. İkinci kısım
“Başlangıcından Seksenlere Türk Edebiyatından Üstkurmaca Görünümleri” adını
taşıyor. Ve son bölümde “Seksen Sonrası Türk Romanında Üstkurmaca” okurlara sunuluyor.
Roman teorisi hakkında bugüne kadar çok roman yazıldı. Şüphesiz hiç biri faydadan
hali değildir. Bir ara Türkiye’de senede 400 roman yazılıyordu. Büyük rakam. Romanların
yazılması iyi ama bu başat tür üzerinde düşünmemiz de gerekiyor. Edebiyat
dünyamıza, fikir âlemimize çok değerli eserleri kazandıran İz Yayıncılık’ın
kıymetli yöneticilerine teşekkür ediyorum. Sağ olsunlar, var olsunlar.