Dolar (USD)
32.48
Euro (EUR)
34.59
Gram Altın
2473.10
BIST 100
9530.35
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

10 Temmuz 2014

'Kalo nemır buhar t\u00e9, Pire nemır Pıncar t\u00e9'*

Siyasal gündemimiz, halk tarafından ilk kez seçilecek Cumhurbaşkanlığı seçimlerine kilitlenmiş vaziyettedir. Ülkedeki tüm siyasal bileşenlerin tarihsel pozisyonlarını muhafaza ederek konumlandıkları bu sürecin beklenmedik bir sonuç ortaya çıkarmasının ne sosyal ne siyasal ne tarihsel ne de psikolojik bir zemini var. Dolayısıyla son on iki yıldır yaşadığımız seçim sonuçlarının dışında bir sonuçla karşılaşmamız için ortada bir neden yok. Bu nedenle müstakbel bir kaderin gerçekleşmesini bekleyen bir psiko-sosyal atmosfer içerisindeyiz. Beklenmedik bir sonucun niye çıkmayacağı, niçin müstakbel bir kaderin gerçekleşeceği iddiasını bu kadar rahatlıkla kullanıyoruz? Çünkü sosyal, siyasal koşullar belirgin kırılmalar yaşamazsa, dile gelen politik söylemler toplumla temas kurma arayışını öncelemezse dün gerçekleşmiş olandan farklı bir şeyin bugün ortaya çıkması mümkün olmuyor. Toplumun tercihlerinde keyfi dalgalanmaların, keskin dönüşlerin olacağı beklentisi tarihsel toplumsal gerçekliğimizde olan bir durum değildir. Beklenmedik bir şeyin gerçekleşeceği, toplumun yöneliminde ani bir dönüşün olacağı beklentisi ancak zihnimizin yaz sıcaklarında bize oynadığı hoş bir oyun olabilir.

Sosyolojik gerçekliğin ve siyasal koşulların önümüze koyduğu verili durum bu. Verili duruma ilişkin tüm talep ve beklentiler ancak bu gerçeklik ve koşulları dikkate aldığında mantıksal bir düzlem yakalayabilir. İçinde yer aldığı güç ilişkilerini, çıkarları, hissiyatı, kamplaşmaları tarihsel bir perspektif üzerinden dikkate almayan her okuma akıp giden yaşam karşısında patinaj eden bir konumda debelendiğini görecektir. Hiç şüphesiz yaşamın çeşitliliği içerisinde böyle bir yol tutmanın meşru ve makul bir tarafı vardır. Yaşamın akış yönü ve yönelimi ne olursa olsun kendi tercihlerinde, politik okumalarında ısrar eden, onu büyük bir inançla sürdüren her girişim de meşrudur, makuldür hatta saygıdeğerdir. Ancak günümüz dünyasının siyaset literatüründe, hem iktidar talebinde bulunup hem de muhatap aldığı toplumu dikkate almayan ve buna rağmen başarıyı mümkün gören bir bab henüz açılmamıştır.

Son yıllarda tecrübe ettiğimiz genel, yerel ve referandum seçimlerinin tümünde gördüklerimiz ile benzer bir süreç ile karşıyayız. Muhtemelen hepimiz 10 Ağustos akşamı bir "du00e9ju00e1 vu" modunu yaşıyor olacağız. Hükümet ve Erdoğan açısından beklenmedik durumlar yaşansa bile genel hatlarıyla gidişatın memnuniyet verici olduğu aşikar. Muhalefet özellikle ana muhalefet ise Gramsci'nin ifadesiyle "eskiye ait söylemin tıkandığı ana ve geleceğe ait söylemin henüz belirmediği" bir kafa karışıklığının hüküm sürdüğü depresif bir statükoculuk ikliminde soluklanmaktadır. Dile gelen önermenin geçerliliği ve güvenilirliğinin test edildiği en şaibesiz mekan şüphesiz hayatın kendisidir. On iki yıldır kurulmuş politik denklemde mesafe alma ihtiyacı gören kesim, alanını genişletmek için verdiği mücadele için temel olarak ön cephede yer alacak aktörlerin değiştirilmesi siyasetini yürütmüştür. Baykal'la olmuyor Gandhi Kemal gelsin, o olmuyor Sarıgül gelsin, o da olmadı hadi muhafazakar Ekmeleddin İhsanoğlu vitrine koyulsun. Politik söylemin içini boşaltan, etki düzeyini görmezden gelen ve sorunu etkili bir liderlik eksikliğine bağlayan bu okuma, olan biteni görmek istemeyen naif bir okumadır. Politik söylemini, tarihsel pratiğini "layusel" tutan bu strateji, başarısızlığın gerekçesini bireysel aktörlerin sırtına yükleme kolaycılığında ısrar ederse ortada kaybedilecek çok seçim var demektir.

Şüphesiz muhalefetin özellikle ana muhalefetin anlamlı bir değişim geçirmesi güle oynaya olabilecek bir şey değildir. Ancak bugün söz konusu değişim için asgari ve anlamlı eşik olan "değişmemiz gerekli"nin kabul edilmesi gereklidir. Bunu göz ardı eden, bu zorunluluk ile yüzleşmemek için çalıyı dolanmayı tercih eden, suçu başkalarına atan ya da sadece aktörleri değiştirerek kısa yoldan, sancısız, bedelsiz "taht" hayalini kuranlar yaşamın soğuk gerçekliğini yüzlerinde bir kez daha hissetmekten kurtulamazlar.

Ezcümle dört gözle muhalefetin "tarihe girmesini" bekliyoruz. Tarihte özne olarak rol kapmak yerine kaybedilmiş bir statünün bekçiliğinde inatçı bekleyiş sürdükçe muhalefetin eleştiriden kurtulması hele hele seçim kazanması yakın bir gelecekte görünmüyor. Muhalefetin nostaljiye demirlemiş varoluş talebi yukarıda belirttiğim gibi kendi başına anlamlı, meşru ve makuldür. Yok, eğer Dedem Korkut gibi "adını "Çatı" koyduk, yaşını Allah verecek, boy boylayıp soy soylayacak, "han"lar yıkıp saltanatlar kuracağız" üzerinden bir başarı hayali kuruluyorsa o zaman rahmetli babaannemin dediği gibi "Kalo nemır buhar tu00e9, Pire nemır pıncar tu00e9."

*İhtiyar ölme, bahar gelecek, Pire (yaşlı kadın) ölme, pancar yetişecek."(Kürtçe)

Abdulbaki DEGER

[email protected]