Kaleydoskop - Şevket ağabey
Hayat kalitemizi, muhatap olduğumuz mekanlar ve tükettiğimiz nesneler kadar çevremizdeki insanlar da belirler. İnsana iyi gelen mekanlar, kanına karıştığında onu tazeleyen besinler ve her karşılaşmada ruhuna esenlik veren insanlar bizi mutlu eder, hayata olan bağlılığımızı güçlendirir. Doğal afetler, sıkıcı mekanlar, sağlıksız besinler kadar kötü insanlar da neşemizi alır, içimizdeki sevinci söndürür. Hikayenin özü budur: En katı yüzeyler bile bulaşıcı olduğu için hayatımız boyunca hep hoşlanmadığımız mekanlardan, durumlardan ve insanlardan kaçar; sevdiğimiz mekanlara ve insanlara yöneliriz. Bizi olduğumuzdan daha güzel gösteren aynalara bakmak isteriz. Konuştuklarında dinlemeye bayıldığımız, susuşlarında bile bir mana bulduğumuz insanlardır bizi çoğaltanlar. Ki onlar şu üç beş günlük dünyayı çekilebilir kılanlardır. Dünyayı güzelleştirenlerdir onlar. Hayata renk katanlar, boyut ekleyenler, onun düzlüğünü ayrıntıyla buluşturup tahammüle açık hale getirenler… O insanlar ki uzağı yakın ederler, imkansızı mümküne dönüştürür, zoru kolaylaştırırlar. Aşk onlar eliyle iner yeryüzüne, merhamet onların yüzlerinde ışıldar, sevgi ırmağı onların bağrından taşarak büyük insanlık okyanusuna akar. Ölüyü diriltemezler belki ama ölü hücrelerden öyle sağlam, öyle sağlıklı, öyle diri dokuların fışkırmasına vesile olurlar ki bir bakıma geçmiş ile gelecek arasındaki umut köprüsü o insanlar sayesinde kurulur.
Yeryüzü makineleştikçe doğallığı sadelikle birleştiren böylesi güzel insanların sayısı da gittikçe azalıyor. Her gördüğünüzde yaşam sevincinizi yeniden kuşandığınız, bakarken de selamlaşırken de tokalaşırken de konuşurken de insan olmanın sıcaklığıyla yüz yüze geldiğiniz bu insanlar korkarım ki yarının dünyasında bazı türler gibi silinip gidecekler. Bir de o oldu mu, o güzel insanlar o güzel atlara binip gitti mi dünyadan, hayattan, insandan ve insanlıktan geriye ne kalır bilinmez. Çok dile getirilmiyor ya, geleceğin dünyasını cehennem deryası olmaktan çekip almanın, kötülük karşısında iyilik hattı kurmanın en kestirme, en kolay yollarından biri böylesi değerli insanların sayısını çoğaltmak, var olanları da insanlığın önüne bir rol model olarak koymaktır.
Bu nadir insanlardan, doğanın ve insanlığın özene bezene şekillendirdiği ve bir karakter abidesine dönüştürdüğü bu yüce gönüllü insanlardan biri de Şevket ağabeydir. Şevket ağabeyi geç tanıdım tanımasına ya; geçmişi, şimdiyi ve geleceği avuçlamış böylesi insanlarla ne vakit karşılaşsanız içinizde hep sanki yıllardır tanışıyormuşsunuz hissi oluşur. İçinizdeki ses şöyle der: Hayır, şimdi değil, yıllar önce gördün sen onu. Belki de bu iç ses sayesindedir ki onunla hemen kaynaşır, aradaki resmiyeti bir tarafa bırakarak yılların sohbet ehliymişçesine hemhal olursunuz. Öncesinde hep başkalarından duyduğum, beş altı yıldır da vicahen tanıdığım bu simabüyük sahabe Ebuzer’in hemşerisidir. Farklı görüşlerdeki partilerde siyaset yapmış, bir belediye başkanlığı, iki dönem de milletvekilliği görevini icra etmiş olmasına rağmen, o burnundan kıl aldırmayan, dünyayı ben yarattım edasıyla aramızda dolaşanlardan biri değil kesinlikle. Parti ve siyaset bağnazlığı derisinden içeri giremediği için düşüncesi, anlayışı, ırkı, cinsi, cibilliyeti, inancı ne olursa olsan her insana insanca bakan gözlere sahiptir ve her bakış adeta “Allah yaratmışsa mutlaka bir güzel tarafı vardır bu insanın” cümlesini muhatabına ilettiği için onda daha baştan bir güven telkini yaratır.
Ruh bedene siner derler. Cildimizin böyle güzel bir kıyağı var ruhumuza. İçimizde ne olup bitiyorsa gözlerimizden veya gözeneklerimizden yol bulup dışarıya, karşılaştığımız insanlara ayan oluyor. İçindeki sevginin nefrete yer bırakmayacak kadar geniş olması ve her bakışta muhatabına serinlik üflemesi ne büyük lütuf. En şedit öfkeyi bile elinin tersiyle itebilecek bir hilm; azgın bir ateşi söndürmeye, en azından yatıştırmaya yönelmiş bir sağduyu ne tarifsiz bir onur. Kendisi gibi düşünenlere kucak açmak kolay elbette… Ya kendisinin tam tersine düşünen insanlara tahammül göstermek? Bırakın tahammülü, oradan payına düşeni almak için onu can kulağıyla dinlemek ve hatta o payı yanına alarak her sohbetten sonra zihni biraz daha genişleyerek oradan ayrılmak? Ve elbette Şevket Ağabeyin en belirgin vasfı yalnıza, kimsesize, çaresize derman olmak için göz torbalarının altında her an akmaya hazır bekleyen merhametidir.
Bir ülkenin ufkunu silikleştiren, onun elindeki umudu soğurup çehresini karartan en büyük tehlike düzgün insan yetiştirememesi, insan fabrikasından ha bire defolu ürün çıkmasıdır. Oysa inancıyla, ahlakıyla, adaleti ve merhametiyle aramızda dolaşan o kadar adsız kahraman var ki…Karakterli insan üretmek “SİHA” üretmekten daha mı ehemmiyetsiz? İçimizdeki iyi insanların sayısını çoğaltmak, onlara güç vermek ve onlar üzerinden memleketin bir başından ötekine bir karakter seferberliği başlatmak çok mu zor? Bir görüşü olan ama zihnini bütün görüşlere açık tutan, bir konforu olan ama o konfordan en mahrum insanların bile yararlanması için mücadele eden, çıkarlarına ters düştüğünde bile dürüstlükten taviz vermeyen, en ağır yenilgilerde bile yüzünden tebessümü eksik etmeyen böylesi umut abidesi insanlara şimdi, tam da şimdi hak ettikleri değer verilmeli. Bu ülkeyi düzlüğe çıkaracak olanlar yalnızca kendilerinden olanlara kucak açanlar değil, en uzağa savrulmuş olanları bile bağrına basanlardır. Merhametin solduğu yerde ot bitmez. Merhameti yeşertmeli ki karakter çiçekleri süslesin ülkemizin dört bir yanını; şimdi, tam da şimdi sevdiğini söylemeli ki Allah şevketini artırsın Şevket ağabey gibilerin.