Dolar (USD)
35.19
Euro (EUR)
36.83
Gram Altın
2969.16
BIST 100
0
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

Üniversitelerimiz

Bilimin kalesidir. Kültürün, sanatın, edebiyatın nabzı orada atar. Her üniversitemiz kendi başına tematik bir ekol, üretilen kıymetlerin evrensel değerlerle buluşturulduğu göz kamaştırıcı bir akım işleviyle gece gündüz harıl harıl çalışmakta, zaman ile mükemmel bir sözleşme yapmışçasına bir saniyesini bile heba etmemektedir. Üniversitelerimiz ülkemizin duman tütmeyen fabrikalarıdır. Memleketin en hevesli gençleri alanlarına göre oraya yerleşir, hocalarının ağzından çıkan her kelimeyi özenle ayıklar, yeni sentezlerle buluşturur, harika bir formasyonla toplumun ihtiyaç duyduğu yerde istihdam edilmek üzere sıraya girer. Bütün bu halleri ve işlevleriyle üniversitelerimiz ülkemizin yüz akı kurumlarıdır ve onları gözümüzün bebeği gibi korumak zorundayız. Bilmeliyiz ki üniversitelerimiz giderse bilim de kültür de sanat da yere kapaklanır, Türkiye’nin kalbi durur, bir daha kalkamayacak raddede taşlaşır, keçeleşir, biteriz.

Elbette bütün bu harika işlerin, olağanüstü başarıların altında sağlam bir sistem yatmaktadır. İstanbul Darülfünun’undan başlayarak Türkiye’deki üniversiteler tıpkı coğrafyası gibi Doğu ile Batı’yı kaynaştırmanın kaynakçısı olma hüviyetini hep muhafaza etmiştir. Bir tarafıyla geleneksel değer ve öğretilerin ışığında geçmişi bugüne taşımanın, diğer tarafıyla bugünü gelecekle buluşturmanın dayanılmaz coşkusuyla dünya literatürüne sayısız buluş eklemiştir. Türkiye üniversitelerini çıkarın, dünya biliminden geriye talaş kalır. Tıpkı yukarıdan aşağı yuvarlanan bir cismin yere yaklaştıkça hızının artmasında olduğu gibi günümüze yaklaştıkça üniversitelerimizin de hem gayretlerinde hem de o gayretlerin çiçeği olan eserlerde büyük bir patlama yaşanmış, üniversitelerimiz diğer alanlarda gösterilen başarıların birkaç adım önüne sıçrayıp önümüzdeki yüzyılın bilimsel gelişmelerini deruhte ederek Türkiye’nin bölgesel güçten süper güç olmasına yönelik en önemli stratejik hamle olmuştur.

Geçmişte de öyleydi bugün de öyle. Bu toplum bilime, sanata, kültüre diğer her şeyden daha çok kıymet verir, üniversitelerini gözü gibi korur, onun üzerine özenle titrer ve tırnağına zarar gelmemesi için elinden ne geliyorsa onu yapar. Bu aynı zamanda hem üniversitelerimizin kurumsal kimliklerinin hem öğretim üye ve elemanlarının hem de orada çalışan idari personelin toplum nezdinde kutsanması, üzerine titrenmesi anlamına gelmektedir ki içinden geçtiğimiz süreçte her profesyonel alanın öğretim üyesi kutsanmış bir fert olarak toplumun bütün katmanlarında hak ettiği saygıyı sonuna kadar görmekte, girdiği bütün ortamlarda hürmete şayan biçimde ağırlanmaktadır. Bilim insanı deyince bütün sular durmakta, hatta cehaletinden ve utancından donmakta, akmayı reddetmektedir. Düşünün, bir anlığına üniversitelerdeki profesörlerimiz nezle veya grip olsa televizyon ekranlarına çıkamasa, o gün ülke çapında inanılmaz bir kültür krizi yaşanmaz mı? Kıyıda köşede fırsat kollayan cehalet hortlayıp bir anda ülkenin ufkunu karartmaz mı? Her alanın uzmanı, her alana yetişen, bütün cehalet vadilerine nadide bilgi çiçeği ekerek binuzmanlık vasfı bulunan bu hocalarımızın elbette kıymetini bilmeli, onların öksürüğünden bile nem kapmalı, tırnaklarına taş değmesin diye yoldaki bütün çakılları gerekirse elimizle ayıklamalı değil miyiz? Sonuç: Üniversitelerimiz yoksa bilim de kültür de istikbal de yoktur. Öyleyse ne yapıp edip ona şimdiye değin reva gördüğümüz özverileri yoğunlaştırarak devam etmeli, dişimizden tırnağımızdan artırdıklarımızı oraya sevk etmeliyiz.

Peki üniversitelerimizdeki bu olağanüstü, büyüleyici başarılar kendiliğinden mi geldi? Durup dururken mi onlar hem bizim hem dünyanın gözbebeğine dönüştü? Elbette hayır. Bütün bu başarıların gerisinde sayısız harika icraat var, daha da ötesi, dünyanın en sarsıcı kasırgalarına bile meydan okuma kudreti bulunan sağlam bir sistem duruyor. Bir fabrikanın gözeneklerinden iri ve işe yayar malzemenin ayıklanmasında olduğu gibi üniversite sınavları önce kategorik ayıklama yapıyor. Sonra yine benzeri ayıklama süreçlerinden geçmiş öğretim üyelerinin karşısına geçiyor ve ondan “ileri bilim”in gerektirdiği dersler alıyor.

Öğrencisini aratır mı, öğretim üyeleri de öyle? Her dersten önce geniş araştırmalar, derin analizler yapıyor, öğrencisine son model bilgiyi, en yeni yöntemler eşliğinde sunuyor. Gecesi yok, gündüzü yok, mesai sonrasında bile kan ter içinde çalışıyor, Çanakkale ruhuyla bilim cephesinde kullanılmak üzere lojistik üretiyor. Peki memleketteki hoca kalitesi durup dururken mi bu kadar yetkin hale geldi? Elbette hayır, onun gerisinde de sistemin fevkalade dişlilerinin hakşinas payı var. Üniversitelerimiz en başından başlayarak en alt kademesine kadar sağlam bir hiyerarşiyle yönetiliyor çünkü. Rektörler en yetkin, kendi alanlarındaki başarıları en kayda değer, tuttuğunu koparan, ülkenin ve dünyanın en gözde insanları oldukları için en tepede duruyorlar. Onların altında o muhteşem hiyerarşiyi tamamlayacak rektör yardımcıları, onların altında idarenin mütemmim cüzü dekanlar… Enstitü ve yüksek okul müdürleri, bölüm başkanları, ana bilim dalı başkanları hep birlikte bilimsel ölçütlere, adalete, liyakat ve hakkaniyete uygun olarak seçilip geldikleri için kendilerine yaraşır biçimde bulundukları yeri tertemiz yapmanın kaygısını güdüyorlar. Sonra bölüm başkanları ve ana bilim dalı başkanları geliyor ki öğretim üyeleri de bu göz kamaştırıcı bilim mimarisinin mukavvim tuğlalarıdır.

Üniversitelerimizde hiyerarşi sadece yukarıdan aşağıya ışık taşımanın ve en alttaki karanlığı aydınlatmanın düzeneğine sahip değildir. Aşağıdan yukarıya yönelik de harika bir işleyiş söz konusudur. Öğretim üyeleri ana bilim dallarına, onlar bölüm başkanlıklarına, bölüm başkanları dekanlara, dekanlar rektör yardımcılarına, rektör yardımcıları da rektöre görüş bildirir, bütün icraatlar aşağıdan yukarıya, yani en alttaki çatlağı gidermenin etkili yoluna müracaat ederler ve akademi böylece her parçası diğerini destekleyen, bütün içindeki konumu dişlinin devinimini sağlayan güçlü bir fabrikaya döner. Ve bu fabrikalar, ah Tanrım, bunu söylerken bile tüylerim diken diken oluyor, içim gıcır gıcır parlıyor, hücrelerim yenileniyor, tenime pembelik geliyor, günün yirmi dört saatinde hiç durmadan bilim üretir, bilgi üretir, değer üretir, gerçek üretir, hayatı yeniden kurgulayarak aydınlık geleceğimizin kutup yıldızı olarak karanlığımızı aydınlatırlar. Her biri istikametimizi belirleyen bu işaret levhalarına selam olsun. Selam olsun ülkemin ufkuna ışıltı bağışlayan o kutlu sisteme…