Kalemle Kitapla Doğan Mütefekkir: Cemil Meriç
Fikir, düşünce ve sorgulama konusunda çok az tecrübeye sahip bir atmosferde yaşıyoruz. Uzun zamandır coğrafyamız düşünce kabızlığı içinde kıvranmaktadır. Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olunabileceğini sanma yanılgısı yüzünden insana, topluma, kültüre, medeniyete ve tabiata dair sahici anlamda felsefe, bilim, sanat ve teoloji ürünleri ortaya koyamıyoruz. Meriç, durumumuzu şöyle ifade etmektedir: "Her aydınlığı yangın sanıp söndürmeye koşan zavallı insanlarım: karanlığa o kadar alışmışsınız ki yıldızlar bile rahatsız ediyor sizi! Düşüncenin kuduz köpek gibi kovalandığı bir ülkede, düşünce adamı nasıl çıkar?" İnsanlığın düşünce mirasını öğrenmeye, anlamaya ve içselleştirmeye hayatını adamış gerçek anlamda bir mütefekkir olan Cemil Meriç, düşünce dünyamızda yıldız olmaya devam etmektedir. Coğrafyamızın içinde yaşadığı köklü krizleri anlamak için her zamankinden daha çok tefekkür dünyasına ihtiyaç duyduğumuz Cemil Meriç'i otuz yıl önce kaybettik (1916-13 Haziran 1987).
"Bilginin sonu gelmeyen bir fetih olduğunu" düşünen Meriç, öğrenme ve öğretmeyi varoluşsal bir tecrübe olarak yaşamış bir mütefekkirdir. Cemil Meriç, insanlığın bütün tecrübesini derinliğine öğrenmeye, anlamaya ve anlatmaya çalışmaktadır. İnsanlığa ait hiçbir bilginin ve tecrübenin, hangi kültür çevresine ait olursa olsun dışlanmaması gerektiği şeklindeki önemli erdemi Meriç'ten öğreniyoruz. Meriç, doğu-batı ayırımı yapmadan insanlığın bütün bilgisini öğrenmeye çalışmaktadır. Meriç, insanlığa ait hiçbir şeye düşmanlık duymamakta, kendisi ile insanlığın farklı tefekkür havzaları arasında duvarlar inşa etmemektedir. Aforozculuk ve tekfircilik, Meriç'in tefekkür dünyasına yabancı olan sapkınlıklardır.
Meriç, insanlığın tecrübesini farklılıklarıyla anlamaya çalışan bir düşünürdür. Çoğulculuk ve düşünce özgürlüğü olmadan, insanlığın bütün renkliliğini kaybedeceğinin çok iyi farkındadır. Meriç, "bütün inançlara söz hakkı tanıdığı için Hint kültürünü hakikat" olarak nitelemektedir. Hint, İslam ve Batı kültürlerinin çoğulculuğu, renkliliği ve özgürlüğü, Meriç'i sürekli olarak kendisine çekmiştir.
Meriç, özgür bir mütefekkirdir. Kitapların dünyasında insanlık tecrübesini özgürce öğrenmeye çalışmıştır. Meriç, hayatıyla insanlık tecrübesini öğrenen, öğreten ve anlayan bir kitap olmuştur. O, kendi aydınlanmasını gerçekleştirdikçe, insanı, insanlığı ve toplumu aydınlatmak için yoğun bir çaba harcamıştır. Özgür bir insan olarak Meriç, hiçbir ideolojiye esir olmamış, fanatizmin her türlüsüne karşı olmuştur. Doğu ve Batının tefekkür havzalarını özgürce öğrenen Meriç, aynı zamanda öğrendiği bilgiyle eleştirel düzeyde ilişki kurmayı başarmıştır.
Meriç'a göre en büyük sorunumuz düşünmemektir. Düşünmenin önüne her türlü engeli çıkarmak, en büyük başarımızdır. Düşünmenin değerini gerçek anlamda anlamadıkça, düşünceye engel çıkaran değil, onu besleyen bir kültür inşa etmedikçe felsefe, edebiyat, sanat, bilim, ilahiyat, siyaset, iktisat ve diğer insani tecrübe alanlarına katkı yapmamız mümkün değildir. Meriç, düşünceyi ve düşünen insanı tüketmek ve yok etmek üzere kurulu olan ölüm kültürünü şöyle ifade etmektedir: "Tabular, tabular... Her adımda şuura dur emrini veren bir jandarma neferi. Her kapının arkasında, elinde bıçak bekleyen bir harem ağası. Düşünme! Düşüneni iftiranın ve sefaletin lağımında boğduktan sonra ellerimizi yıkayıp, 'efendim, bizde filozof yetişmiyor' diye ah u vahlar." Meriç, düşünmeye cesaret etmemizi istemektedir. Düşüncelerinden dolayı insanları tüketmek, insanlığımızı her açıdan zayıflatmaktadır. İnsan kıyıcılığın olduğu bir yerde, düşüncenin, fikrin, felsefenin, sanatın ve kültürün gelişmesi mümkün değildir. Tabular, yasaklar ve sınırlar, düşünmenin ve düşünen insanın katilleridir. Düşünce, ancak özgürlüğün ve çoğulculuğun olduğu yerde mümkündür.
Düşünceye sınır çizilemeyeceğini ve onun mutlak özgürlüğe ihtiyaç duyduğunu söyleyen Meriç, düşüncenin sorgulayıcı bir zihinle farklı olanı keşfetmek ve anlamak olduğu görüşündedir. Meriç'e göre, "Düşünce, şüpheyle başlar. Düşünce, tezatlarıyla bütündür. Zıt fikirlere kulaklarımızı tıkamak, kendimizi hataya mahkum etmek değil midir?" İnsanlığımızı gerçekleştirmek için çok yönlü düşünme melekesi kazanmalı ve diğer insanların düşünce dünyalarını kendi dünyamız haline getirmeye açık olmalıyız.
Düşünmeden, sadece düşünenlerin düşüncelerini kabul ederek, taklit ile yaşanan bir hayatın yaşanmaya değer bir hayat olmadığı kanaatinde olan Meriç, bize itirazın ve isyanın erdemini hatırlatmaktadır. Statükoya itiraz etmedikçe hayatımızı sahici anlamda yaşanmış hale getiremeyiz. Meriç, "tarihin mimarının kadere, zamana ve insana isyan eden olduğunu" söylemektedir.
İnsan-insan arasındaki ilişkiler ile insan-eşya arasındaki ilişkiler bugün yozlaşmış durumdadır. İnsanlar, birbirlerini eşya gibi kullanırken, eşyaları ise asli amaç haline getirmektedirler. Meriç, insan-insan ve insan eşya ilişkilerinin yıkıcılığını ve çürümüşlüğünü şu şekilde ifade etmektedir: "İnsanlar sevilmek için yaratıldılar. Eşyalar ise kullanılmak için. Dünyadaki kaosun nedeni; eşyaların sevilmeleri ve insanların kullanılmasıdır." İnsan, insanın eşref-i mahlukat olduğu gerçeğini idrak etmediği sürece, eşref-i mahlukatın yerine cansız ve değersiz eşyayı ikame ettiği sürece, bu dünyadaki kaos insanlığı tüketmeye devam edecektir. Meriç, insanın Allah'la, insanlıkla ve eşya ile sahih bir çizgide ilişkilerini yeniden kurması gerektiğini düşünmektedir.
Solcu ve sağcı gibi ifrit kelimelerle ifade edilen hiçbir ideolojiye esir olmayan Meriç, kendisi olmaya, aydın insan olmaya çalışmıştır. Meriç, aydın olmanın, sahih anlamda insan olmak olduğunu şöyle ifade etmektedir: "Aydın olmak için önce insan olmak lazım. İnsan mukaddesi olandır. İnsan hırlaşmaz, konuşur, maruz kalmaz, seçer. Aydın kendi kafasıyla düşünen, kendi gönlüyle hisseden kişi. Aydını yapan; uyanık bir şuur, tetikte bir dikkat ve hakikatin bütününü kucaklamaya çalışan bir tecessüs." Cemil Meriç'in kitaplarını derinliğine okumaktan, insanlığımız, inancımız, toplumumuz ve düşüncemiz adına kazanacağımız çok hazineler vardır.