Kalemden Kelama
Kalem ve kelam, Kur'an'ın ayetlerine, "oku" emrinden sonra dahil olmuşlardır. Okumak; yazmak ve konuşmaktan/kelamdan önce gelen bir irtibat vasıtasıdır. İlim bilmekle başlar. Bilmek ise okumakla mümkündür. Bilgi de hem okumak hem yazmak ve hem de konuşmakla kemale erer. Ama nihayetinde hepsi Yunus'un da dediği gibi, Hakk'ı bilmektir. Bu gayeleri gütmeyen bir okuma fiili, dünyevu00ee bir kazanç olarak düşünülür. Önemli olan marifetullah'a ulaşmaktır.
Görmek ve Bilmek
Marifatullah'a vasıl olunan anlar artık kaleme de kelama da ihtiyaç kalmadığı anlar ve hallerdir. İslam filozofu İbn Su00eena ile büyük mutasavvıflardan Ebu Said Ebu'l-Hayr arasında geçen tartışma ve müzakereler bu konuya örnek olarak verilebilir.
Bu iki medeniyet değerimizin görüşmelerinin bir kısmının hamamda da devam ettiği anlatılır. Ebu Said'in hamam tasını havaya atıp, orada desteksiz bir şekilde öylece kaldığında, iki alim ve arif aynı istikamette farklı iki ifade kullanırlar:
Ebu Said Ebu'l-Hayr, İbn Su00eena için "benim keşf ile ilhamla gördüğümü o biliyor" der. Aynı soru İbn Su00eena'ya sorulduğunda, Ebu'l-Hayr için, "benim bildiğimi o görüyor" cevabını verir.
Bilinmeyeni Kalem Öğretir
Kalem ve kelam, insanların doğal iletişim yöntemleridir. Bu iki vasıta anlaşma ve haberleşmenin irtibat araçları olmalarının yanında, Hakk Teala katında da şerefli bir yere sahiptirler. Zira Yaratan, kaleme ve yazıya yemin ederken, bu iki olguya verdiği muazzam önemi kullarına bildirmiştir.
Zira kalemle, nimetler, mükafatlar, cezalar, nasihatler, tavsiyeler yazılır. Kelam ise, yazıya dökülen veya dökülmeyenin dille söylenmesidir. Kalem, yazmayı öğreten ilahu00ee bir araçtır. Yaratan, insana bilmediğini kalemle öğretendir. Allah'ın kendisi üzerine yemin ettiği kalem, verilen nimetleri yazmakla ve saymakla bitiremez.
Kelamı Kadu00eem'in bildirdiği gibi, yerküre üzerindeki bütün ormanlar ve ağaçlar kalem olsa bütün denizler, göller ve nehirler mürekkep olsa, -hatta bir o kadar daha olsa- Rahman'ın sayısız ve sınırsız ihsan ve inayetinin saymak, söylemek veya yazmak mümkün değildir. Zira hüküm ve hikmet, Hüda'nın mutlak gücünün sınırları içindedir ve ancak O'na aittir.
Meryem'i Koruyan Kalem
Kalem, nübüvvet tarihinde, önemli "kura"lar için de araç olarak kullanılmıştır. Sivil ve dindar güç odaklarıyla mücadele eden Hz. Zekeriya ve Hz. Meryem kıssalarında, büyük tartışmalar, ilahu00ee bir emir neticesinde, kalemle bitmiştir. Bu anlamda kalem, "mucizevu00ee" bir işlev görmüştür.
'Söz' ve 'söyleme'nin karşılığı olan kelam, Hakk'ın sıfatlarından biridir. O, melekler, İblis ve ilk insan/ilk peygamber Hz. u00c2dem'le (ve sonraki peygamberlerle) İlahi Kelam ile konuşmuştur. Konuşmanın mahiyeti bilinmemekle birlikte, elbette ki, Yaratan'ın sese ve vasıtaya ihtiyacı bulunmamaktadır.
Peygamberlerle İlahu00ee Kelam
u00c2dem ve Havva'ya "yasak ağacın meyvesini yemekten uzak durmaları" ihtarını yapan Allah Teala, kelime ve harflere ihtiyaç duymadan bu uyarıyı bildirmiştir.
Perde arkasından ve doğrudan doğruya iletilen bir İlahu00ee Kelam olduğu gibi, vahiy yoluyla ve nebi/resul/elçi göndermekle de İlahu00ee Kelam muhatabına ulaşır.
Tur dağında Hz. Musa'nın, kendine ulaşan Kelam'la yetinmeyip Hakk'ı temaşayı arzulaması, bunun sonucunda dağın parçalanması, Söz'ün önemini daha da belirgin kılmaktadır.
Allah'ın Kelimesi, yani Kelimetullah olan Hz. İsa, bu şerefle nübüvvet halkasına dahil olmuştur.
İslam Peygamberi'nin (s), nübüvvetin ilk yıllarında İlahu00ee Kelam'dan mahrum kalması, onun üzerinde büyük bir hüzün dalgasının oluşmasına sebep olmuştur. Miraç'la, Kelam'ın kıymeti maneviyatın zirvesiyle ikmale ermiştir.
Hasılı, kalem ne kadar önemliyse, kelam da o derece kıymetlidir. Kelam-ı Kadu00eem ise, insanlığa, bozulmaktan ve değiştirilmekten korunmuş olarak -kıyamete kadar- hakikati işaret edecektir.