Kalem, Kelam ve Tekâmül…
Kalemin kılıçtan keskin olduğu tarih boyunca bilinen ve kabul edilen bir gerçektir. Bugün de bu gerçek söz konusu. Yani aklın, ilmin yapabildiğini yapabilen başka bir şey henüz yok. En güçlü silahtan daha güçlü olan, o silahı keşfeden akıldır. Aklın ve kalemin çizdiği bir yazılımın değeri milyar doları aşabiliyor. İçinde bulunduğumuz asır daha ne kadar şaşırtacak, şaşkınlıkla bekleyeduruyoruz.
Gitgide artan zenginliğin, lüksün ve israfın karşısında gitgide artan bir fakirlik mevcut. Aslında şükürsüzlük kanaatsizlik mevcut. Bir kalemin çizdiği bir tablo yüz milyon dolar ederken, açlıktan kemikleri karnına yapışan çocukların sayısının beş yüz milyonu aştığını neyle izah edeceğiz. Bir gemiye bir kenti sığdırabilen, bir binaya bir şehri yerleştirebilen insanoğlu, bir gönle nasıl oluyor da sevdanın ham hâlini, samimiyetin en saf şeklini sığdıramıyor.
Daha elli yıl evvel köyden kasabaya gidebilen, ‘güngörmüş’ sayılırken, bugün iletişim ve ulaşım çağında insan dünyanın etrafını defalarca dönebiliyor, beş yılda yüzlerce ülkeye ziyaret gerçekleştirebiliyor. Ama nasıl oluyor da insan, karşısındaki insana saygıyı, hürmeti ve muhabbeti ulaştıramıyor. Bilgiye ulaşmak bu kadar kolay ve mümkünken, okumuş cahillerin sayısının bu kadar fazla oluşu neyin nesidir. İnsan hak ve hürriyetleri bu kadar konuşulurken ve bizzat bunu dillendirenler tarafından başkasının hakkının hukukunun ve inancının tacize uğradığı başka bir dem yoktur. Bir yerde bir cahille tartışıyorsanız, orda tartışan iki cahil mevcut diyarlar, nasıl oluyor da cahiller güruhu, birbirine hiçbir şey anlatamayan kitleler artaduruyor.
Eskiden ebeveynler on iki evladına bile her şeyi yetirebiliyorken, bugün sadece bir evlat bile ailelere nasıl oluyor da yük gelebiliyor. Eskiden huzur evleri yoktur; çünkü ocak tüten haneler huzur haneydi. Eskiden herkesin bir tek pabucu, bir çift esvabı vardı, bugünse onlarca çift havalı ve pahalı ayakkabılar; ama toprağa değmeye hasret ayaklar var. Eskiden sohbet edilir, sohbetten muhabbet emilirdi, bugünse, bugün öyle mi.
Yani sözün saza tesiri yok, kelam kemale yetmiyor. Hâl izah edilemiyor. Dert dermana muhtaç. Söz hissiz, insan artık gerçekten kendisiz ve kimsesiz. Kibir sarmış her yanı, gösteriş fukarası bu dem insanı. Kemal ve tekâmül artık aranan bir hâl değil, herkes kendinden ermiş, cahilliğimizi ne an fark edeceğiz. Sözü teraziye vuran ne de az, herkes her şeyi bilen modunda, halbuki hiçbir şey bilmediğimiz öğüdüyle öğütlenmemiş miydik. O yüzden o ezeli ferman, ‘‘İkra’’ yankılanmamış mıydı dünya darında ve aslında varlık boyutunda.
Kalemin ve hoş kelamın gölgesinde aramalı kemali. Ahlakın, ilimin ve tevazünün rahlesine sığınmalı her cefadan. Kibir ukalası, akıl fukarasından dost olmaz. Kalemi, kelamı ve samimiyeti arayana sığınmalı, kutlu bir dergâha sığınır gibi. Az söz, çok mana aramalı. Kalemle kelamla haykırana değil, kalemle kelamla kemali susana sarılmalı…