Kalem hakikati anlatıyorsa kutsaldır
Yazarlar, şairler, gazeteciler ve aydınlar, yaşadıkları devirlerin hakikatlerini anlatmıyorsa ellerinde tuttukları kalem değersizdir.
Mehmet Nuri Yardım
Kalem niçin kutsal kabul edilmiştir? Kalemin adına
niçin yemin edilmiştir? Yaşadıklarımızın kayda geçilmesi neden emredilmiştir?
Zira kalem, hakkı, hakikati güzelliği, erdemi ve inancı dile getirdiği zaman
değer kazanıyor. O zaman kıymeti artıyor. Bunun tersi de mümkündür. Ne yazık ki
bazıları da bu nesneyi batılda, şerde, yozlukta hatta ihanette kullanabiliyor.
Hepimiz yaşadığımız dönemin şahidi, içinde
bulunduğumuz zamanın tanığıyız. Bilhassa toplumu, devletimizi, milletimizi ve
bütünüyle umumu alakadar eden hadiseler yaşanıyorsa yazarlar, şairler,
gazeteciler ve aydınlar, bunları kayda geçmek, kalemleriyle zapt etmek ve
gelecek nesillere intikal ettirmek mecburiyetindedir. “Ben istediğimi yazarım,
istemediğimi yazmam!” diyemezsiniz. Topraklarınızda zaferler kazanılmışsa,
destanlar yaşanmışsa bunlar şüphesiz yazılacaktır. Mesela Çanakkale Destanı’nı
Mehmed Âkif gibi kahramanlar yazmasaydı biz o muazzam harbin heyecanını nasıl
duyabilecektik? Ya Millî Mücadele ve İstiklal Harbi kaleme alınmasaydı yakın
tarihimizde yaşanmış bu büyük zaferi nasıl idrak edecek ve çocuklarımıza
anlatacaktık?
15
Temmuz’u Hâlâ Yazmayanlar Var
Çeşitli konularda yazıp çizenlere, edebiyatın farklı
türlerde kalem oynatanlara bakıyorum. Bu ediplerin büyük kısmı, millî
hassasiyet sahibidir, şiirlerinde,
denemelerinde, hikâyelerinde, romanlarında ve tiyatro eserlerinde Batı’nın
emperyalist uşağı olan FETÖ ihanetini yazıyor ve geleceğe bu şerefle geçiyor.
Kimi edebiyatçılar ise hayrettir hâlâ üç maymunu oynuyor. Üzerinden neredeyse altı
seneye yakın zaman geçtiği hâlde kulağının üstüne yatan, Türkiye’yi parçalamaya
yönelik bu ihanet hareketini ve darbe teşebbüsünü hatırlamayanlar var.
Şehitlerimizi görmeyen, gazilerimize kulak vermeyen bu ruhsuz, köksüz ve nursuz
kalem erbabı acaba yarına kalabilecek mi? Sanmıyorum. Zira vatanını sevmeyen
hiçbir şair ve yazarın kitapları ve edebiyatı, uzun ömürlü olamamıştır. Zaman
içerisinde nisyana terk edilmiş, unutulup gitmiştir. Şükürler olsun ki, 15
Temmuz’da yaşanan kanlı ihaneti ve aziz milletimizin büyük destanını merkeze
alan iki kitabım yayımlandı. İstiklalden
İstikbale ile Malazgirt’ten Mavi
Vatan’a. Elbette bunlar da yeterli değildir. Yeryüzündeki bütün mazlum
milletlerin sığındığı biricik büyük ülke, Türkiye’ye dair daha çok yazmalıyım.
Hatıralar
Yazılmalı
Ben hatıraları önemsiyorum. Zira ‘hatıra’ bir edebiyat türü olmakla birlikte yazarın kendisini sorgulaması, yaşadıklarını muhasebeye çekmesi ve bir bakıma kendi kendisiyle yüzleşmesidir. Yazı Masası kitabımda ‘hatıra’ türüne geniş yer verdim, iyi hatıra kitaplarından bahsettim ve başlıca hatıratın listesini verdim. Dolayısıyla hatıra türünde kaleme alınmış kitapları görünce büyük bir şevk ile hemen okuyorum. Okurken düşünüyor, yaşanmışlıklardan ders çıkarıp ibret alıyorum. Çoğu zaman kitabın neredeyse bütün sayfaları kırmızı tükenmez kalemimden nasibini alıyor. Satır altlarını çiziyor, derkenarlar yazıyorum.
Her
Şey Daha Dün Gibi
İnkılab Basım Yayım’dan elime ulaşan hatıra
kitaplarını görünce aynı heyecanı duydum. İkisi de, dolu dolu yaşanmış hayatların
izdüşümlerini sayfalarına yansıtıyor, yazarlarımız duygu ve düşüncelerini
okuyucularıyla samimiyetle paylaşıyorlardı. Bu kitapların ilki Seracettin
Karayağız’ın Herşey Daha Dün Gibi
adını taşıyor. Karayağız, MTTB, Akıncılar gibi gençlik teşkilatlarında görev
almış, daha sonra Muş Milletvekili olarak da mecliste görev yapmış, fikirlerini
muhtelif seminer ve konferanslarda kitlelere aktarmıştır. Yazarımızın çocukluk
ve gençlik yıllarına baktıktan sonra eğitim ile iş hayatı ve nihayetinde
siyaset dönemini, ilgi çekici hatıralar eşliğinde okuyoruz. Bilgilendirici
yönüyle öne çıkan kitapta, benim gibi sizin de “F.Gülen’in İlim Yayma
Cemiyeti’ni Ele Geçirme Teşebbüsü” bölümünü merakla okuyacağınızı tahmin
ediyorum. Başarısız, ruhsuz ve alçak darbe teşebbüsünden sonra sahiplerine
sığınan ve bugün okyanus ötesinde İslam ve Türk düşmanlarıyla birlikte olan terörist
başının geçmişte millî müesseseleri nasıl tek tek ele geçirmeye çalıştığını
ibretle okuyoruz. Kapağı ve kitabın sonunu, fotoğraf kareleri süslüyor. Seracettin
Karayağız, yaşadığı dönemin çok ilginç hadiselerle dolu olduğunu belirttikten
sonra şöyle devam ediyor:
“Karasabanla toprağın sürüldüğünü de gördüm, dev
traktörleri de. Tırpanla buğday biçildiğini de gördüm, biçerdöverleri de.
Kağnılarla da yolculuk ettim, uçakla atmosferin üzerine de çıktık. Köyden
yaylaya çıktığımızdan çok daha kısa sürede, buradan Çin’e gittik. Siyasî
olayları iliklerimize kadar yaşadık. Sağ-sol olaylarında gençlerimizin nasıl
heder edildiğini, ‘Büyüklerimiz’in olayları yatıştıracağına, siyasî hesaplarla
nasıl körüklediklerini gördüm. İş hayatında değişik hamlelerimiz oldu.
Tecrübesizliğimizden de nice kayıplar yaşadık, zararlar gördük. Hayatımda
rastladığım ve bana acılar yaşatan olayların meğer sevinmem gereken hâdiseler
olduğunu yıllar sonra öğrendim. İnsanları kendi menfaatleri ile denemedikçe
tanımanın mümkün olmadığını öğrendim. Hiç aklımızda yokken, kendimizi siyasetin
içerisinde bulduk. Orada edindiğimiz bilgiler ve yaşadıklarımız apayrı tecrübeler…”
Şahin’den
Çarpıcı Hatıralar
Bugüne kadar yüzlerce hatıra kitabı okudum. Bir kısmı
etkileyici ve sürükleyiciydi, bir bölümü ise sönük ve yavan. Mehmet Şahin’in Tek Yol İslam Çizgisinde Yarım Asır adlı
kitabı, bugüne kadar okuduğum hatırat arasında diyebilirim ki en sahici,
çarpıcı ve samimi ifadelerle dolu eserlerdendi. 1959 yılında Nevşehir Ürgüp
Taşkınpaşa köyünde doğan Şahin, yarım yüzyılı aşkın süredir İstanbul’da
yaşıyor. Çocukluk ve gençlik yılları Fatih’te geçti. 1973 senesinde MTTB’ye
gitti, burada görev aldı. 1975 yılında kurulan Akıncılar Derneği bünyesinde
İslami faaliyetlerini devam ettirdi. Bu iki kurumun muhtelif birimlerinde ve
şubelerinde aktif görevler aldı. Fikren yetişti, sonra sporda ve düşüncede
gençleri yetiştirdi. 1979’da şehadet şerbetini içen Metin Yüksel’in en yakını
oldu. Hüküm giydi, hapse girdi, işkence gördü. Aksiyoner bir yapıya sahip olan
Mehmet Şahin inandığı İslam davasından asla vazgeçmedi. Eser, bir dönemi, son
yarım yüzyılı pek çok yönüyle anlatıyor. Siyasi hayat, fikir hareketleri,
sağ-sol kavgaları, İslami hareketler, 70’li yılların gazete ve dergileri,
mitingler, toplantılar, faaliyetler… Kutlu bir davaya bağlanış, inançlı bir
hayatı tavizsiz sürdürüş… Kendisi için değil milleti ve ümmeti için yaşayan bir
idealistin, mefkûre sahibinin ibretlerle dolu hatıralarını kâh hüzünle, kâh
tebessüm ederek okuyoruz. Doğrusu kitabı okurken bilmediğim birçok hususu
öğrendim. İslam dünyasının hâl-i pür melalini, İslam kardeşliğinin durumunu,
Müslümanların şuur, basiret ve feraset konusundaki hassasiyetlerini ve
eksikliklerini müşahede ettim. Tabii kitap boyunca aşina birçok isme
rastlıyorsunuz. Onları yazarın keskin gözüyle görüyor, duruşlarını
anlıyorsunuz. Fatih merkezli bir mücadele hareketinin dalga dalga Anadolu’ya
yayılışını, bilhassa 1980
öncesindeki anarşi ve kaos dönemini, darbeden sonraki gelişmeleri gözlemlemek
mümkün.
Darbe Teşebbüsüne Giden Süreç
17-25 Aralık 2013
tarihindeki süreci son derece gerçekçi bir bakışla ele alan Şahin, dış güçlerin
Türkiye’yi bir taşeron örgütle nasıl parçalamaya çalıştığını çok önceden fark
ettiğini ve bu tehlike konusunda çevresini, yakın dostlarını uyardığını
anlatıyor. Darbe haberini aldığında arkadaşlarıyla toplandığını ve Emniyet
Müdürlüğü’nün, Valiliğin ve Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nın korunması
gerektiğini dostlarıyla paylaştığını dile getiren yazar, Vatan Caddesi’ne doğru
yürüyüşlerini şöyle anlatıyor:
“Kalabalıklar akın akın
Vatan Caddesi’ne Emniyet Müdürlüğü’ne doğru tekbirlerle yürümeye başladı. Polis
otoları Emniyete giden yolun başlarını tutmuştu. Önce bunu da darbenin bir
parçası sandım, fakat anonsları duyunca rahatladım. Polis bizden yanaydı.
Anonslarla halkı Emniyet’i korumaya çağırıyorlardı.
“Halka Ateş Açılıyordu”
Vatan Caddesi’ne
inenlerin üzerine helikopterlerden ateş açılıyordu. Bir taraftan da savaş
uçaklarının İstanbul semalarında alçak uçuş yaptığını gördük. Halkın bu durum
karşısında sokaklardan çekileceğini ve yalnız kalacağımızı düşündüm. Hiç de
öyle olmadı. Halk, tam tersi, daha bir hınçla yürüyüşüne devam ediyor,
kalabalıklar her geçen dakika artıyordu. Bu arada Emniyet’e gelen asker ve tanklar,
halk tarafından teslim alınmış, etkisiz hâle getirilmişlerdi.”
Bir Ağızdan Atılan Tekbirler
Kısa zamanda binlerce insanımızın duruma hâkim
olduğunu, “Halk olayı çözmüş, sürekli tekbirlerle FETÖ’ye karşı sloganlar
atıyorlardı.” diyerek anlatan Mehmet Şahin, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın herkesi
darbe teşebbüsüne karşı sokağa çıkmaya davet etmesinden sonra yolların tamamen
kilitlendiğini şöyle aktarıyor: “Çoluk çocuk, kadın, yaşlı demeden herkes
sokaktaydı. Fatih’e gelmek isteyip gelemeyen arkadaşları hava alanına
yönlendirdik. Bu arada her taraftan silah ve patlama sesleri geliyordu.
Büyükşehir Belediyesi’ne doğru giderken silah sesleri gittikçe artıyordu.
Vatan’dan Horhor’a çıkarken biber gazının etkisinde kalmıştık. Saraçhane’ye
çıktığımızda Özel Harekât polisleri yeni gelmişti. Büyükşehir’den, halkın
olduğu yerlere doğru yoğun ve rastgele ateş edildiğini gördüm. Büyükşehir
Belediye binasını işgal eden askerlerle sabah saat dört buçuğa kadar çatışma
sürdü. Sabah ezanı okunurken Belediye’de kalan son askerler de teslim alındı.”
Kirli darbenin büyük bir dirayetle önlendiğine dikkat
çeken yazarımız, bu konudaki sözlerini şöyle tamamlıyor: “Tayyip Bey ve hükümet
biraz geç davransa ya da büyük bir cesaretle darbe teşebbüsünü yasa dışı ilan
etmeseler ve halk sokağa çağrılmasaydı, bugün biz işgal edilmiş ve tamamen
Amerika’nın kontrolüne geçmiş bir ülkede yaşıyor olacaktık. Küresel FETÖ
projesinin gerçekleşmesi için de hiçbir engel kalmamış olacaktı.”
Filistin
Kampında Bir Ömür
Filistin
Kampında Bir Ömür, Âtıf Ebû Seyf’in eseri. Ebû Seyf
Filistinli bir yazar. Yayımlanmış birçok eseri bulunuyor. Kitap, hatıralardan
örülü bir roman. 1948’deki
“Nekbe/Felâket” hadisesinden sonra Gazze’de doğan mülteci Derviş’in hüzünlü
hikâyesi anlatılıyor. Kendi ülkelerinde mülteci olan insanların yürek yakıcı
hikâyesi, vicdanları sarsıyor. Büyük acı yaşayan binlerce aileden birinin umutlu
direnişine ve nasıl büyük bir mücadeleye giriştiğine tanık oluyoruz. Filistinli
Müslümanların yıllardır içinde bulundukları dramı ‘içeriden’ birinin gözüyle,
bakışıyla ve değerlendirmesiyle görüyor, anlıyoruz. Filistin
Kampında Bir Ömür romanı, keşfe film veya dizi yapılsa. Müslüman
kardeşlerimizin yaşadıklarını daha yakından görsek, üzülsek ve çözüm yollarını
hep birlikte bulsak. Her üç eseri kaleme alanların ömrüne bereket. Ellerine,
yüreklerine, gönüllerine sağlık. Mühim eserleri irfanımıza kazandıran İnkılâb
Yayınevi’nin değerli yöneticisi Hasan Güneş Beyefendiye de teşekkürler…
İnkılâb Basım Yayım, Tel.
0 212 524 44 99 web: www.inkılab.com.tr