Dolar (USD)
35.17
Euro (EUR)
36.74
Gram Altın
2966.84
BIST 100
9724.5
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

Kalbe yürüyüş

Yüreklere doğru bir sefer başlasa.

Usul usul akan, derin vadileri aşıp gelmiş, berrak kar suları ile köpük köpük arıtan nehirler gibi yürüse yaşam damarlarımıza.

Yüreğimizin en tenha duraklarına, kararmış, katılaşmış hallerine, buza kesmiş demlerine, soğuktan yarılmış, kabuk bağlamış yaralarına ve dahi dermansız sancılarına doğru ılık, arıtan şifa duruluğunda bir ırmak boşalsa…

O gün, ne mal fayda verir ne de evlat. Ancak Allah’a kalb-i selim (arınmış bir kalp) ile gelenler (o gün fayda bulur)” (Şuara – 88 -89)

İstişareler, istihareler, toplantılar, görüşmeler yapılır da; hayat damarlarına durmaksızın kan pompalayan, gümbür gümbür atan bir yumruk et parçası var ya, işte o hiç aklına gelmez mi ey yolcu?

Sen bilmez misin derin vadilerin suları yataklarını bir gün bulur, sancılar durulur, sızılar diner, yolculuklar biter bir gün, bitmeyen kalp ağrısıdır. Kalbi selim olanların, kalbi mutmain olanların yüzlerine baktığınızda anlarsınız seferlerin menzillere nasıl taşındığını. Anlarsınız mutmain kalbin yansımaları ile yüze inen nurun ve durgun tebessümün, teslimiyet soluğu ile kuşanmış nurani cehrenin vakur duruşunu...

Çünkü mutmain ve teslim bir kalbi barındırırlar göğüslerinin tam içinde. Bedenlerinde, iltica durağında, Allah’ın ayetleri anıldığında titreyen, nefes nefes çoğalan ve azalan sancılarla ürperen yürekleri vardır. İmâni diriliş ve direnişlerle, an an ölüme akarken bedenleri, derin soluksuz bir nefes gibi hayat ve aşk pompalayan yürekleri vardır her daim.

Dirilişe akan hayatlar vardır. Tıpkı Üstad Sezai Karakoç’un belirttiği gibi: “Diriliş, hakikatle yarayı deşmek ve âdeta ölüme kadar gidip ordan gerçek sağlığa ve şifaya dönüş demek olacaktır, insan için insanlık için.”

Ey yolcu, çıktığın bu yolda, azığın hayatın engebeli, çetin, zorlu yollarında sana yetmediği zaman, durup dinlenmek istediğinde, sorgulamalarla, çetin imtihanlarla sıkıştığında, başını ellerinin arasına alıp divaneler gibi çırpındığında, elini göğsüne koyup yasladın mı kendini yüreğine?

Bir yumruk et parçasının görkemli ve ihtişamlı direnişi hiç mi etkilemedi seni. O, derin sızılarla yandığında, ığıl ığıl adeta içine kanadığında, o sarsıldığında büyük depremlerle sen nerelerdeydin ey yolcu?

Eğittin mi kalbini, yükünü hafifletip, sancısını dindirdin mi? Ey yolcu bilmez misin azıklar zehir olduğunda, azıklar ağır olduğunda, azıklar yalan olduğunda, yol uzar, yolcu her daim zarardadır, sabretmez ve yolculuk bitmez.

İşte sen bu bitmeyen yollara revan olduğunda sordun mu kalbine: Ey kalbim, ey yüreğim, ey yaşam pompam, hayat damarlarımın büyük trafosu nasılsın, sonra benim ahvalim halim nasıldır diye sordun mu hiç?

Kalbine soranlar bellidir. Kalbi ile dertleşenler, halleşenler bellidir. Kalbine iltica ederek, oradan kendi Hira’ sına doğru yolculuğa çıkanlar bellidir. Değil mi ki; Efendimiz en tükenmiş hallerinde Hira Mağarası’na, Nur Dağı’nın burçlarına tırmandığında aslında, kendi yürek Hira’sına doğru kıldan ince kılıçtan keskince bir yolculuğa çıkmıştı da O’na nice yollar açılmıştı. O zaman çölleşmiş, kurumuş, çürümüş dünyanın insanlık duraklarına, yürek ikliminden, Rabbinden aldığı ayetleri akıtmıştı, inşirah soluğu ile diriliş ve abı hayat suyu gibi. Terleyen alnı, heyecanı vardı ama sadece, inip kalkan mübarek göğsünün içinde çırpınan et parçası değildi artık vahye muhatap olmuş kalbi. Ağır bir yükü yüklenmiş, dağların bile kaldıramayacağı bir emaneti taşıyordu artık. Mutmain, teslim, selim bir kalbi vardı artık Efendimizin. Ama O da insandı işte, mübarek, eşsiz bir insan.

O’nun da korkuları, ümitleri, O’nun da kaygıları ve heyecanları vardı. Elinde hiçbir şey yoktu Hira Mağarası’ndan, tertemiz eyleyerek, arıttığı, bereket soluğuyla ihlasın ve teslimiyetin duraklarında titreyen yüreğine Rabbinin yüklediği ayetlerden gayrı... İnsanlığa şifa olan ayetler yüklenmiş kalbi vardı Nebi’nin. Mübarek bir kalbi. İnkılapların meydana geldiği, son Peygamberin kalbi…

Titreyen bedenini, terleyen alnını sıvazlayarak örtüyordu onu Hatice tül Kübra’sı. Mübarek çehresinde nurlu bir ışıma, yüreğinden akan teslimiyetin tılsımlı yankısı gibiydi. Elinde yazılı hiçbir ayet, bir belge yoktu daha peygamberliğine dair, gönlüne sıralanmışlardan gayrı. Ama işte mübarek eşi, sırdaşı, yâreni, koruyanı, O’na yine kol kanat germiş, sarıp kuşatmıştı. Güvenmişti El Emin olan Nebi’ye güvenmişti işte. Hz. Hatice`nin yanına geldiğinde Efendimiz : “Beni örtün, beni örtün!” diye buyurmuştu. Onu örtmüştü eşi, korku gidinceye kadar öyle kalmış, sükûna erince, Hz. Hatice (ra)`ye başından geçenleri anlatmıştı Efendimiz, “Nefsim hususunda korktum!” demişti, kaygıyla. Hz. Hatice Annemiz: “Asla korkma! Vallahi Allah seni ebediyen rüsva etmeyecektir. Zira sen, sıla-i rahimde bulunursun, doğru konuşursun, işini göremeyenlerin yükünü taşırsın. Fakire kazandırırsın, misafire ikram edersin, Hak yolunda zuhur eden hadiseler karşısında (halka) yardım edersin!” diyerek onu nasıl güzel teselli etmişti. Çünkü Efendimizin teslim olmuş selim bir kalbi vardı ve bunu biliyordu Hatice tül Kübra’sı.

“Dikkat edin vücutta bir et parçası vardır, eğer o iyi olursa, vücudun tümü iyi olur; şayet o bozuk olursa, vücudun tamamı fena ve bozuk olur. İşte o, kalptir.” (Buhari-Müslim)

Kalbine yürü ey yolcu, kendi Hira’na doğru bir sefer başlat. Uzlete çekil. Ramazan bir fırsattır. Sayılı günler de bereket, sürur ve huzur vardır. Sen bu huzurun peşine düş. Tıpkı Efendimiz gibi yüreğine bir sefer başlat hadi ne duruyorsun… Menzil seni bekliyor, kurtuluş, erdemler durağı senin için… Yola revan olma vakti, uyanma vakti gelmedi mi daha... Dosdoğru yol seni bekliyor ey yolcu hadi ne duruyorsun, çık yola, diril ve dirilt, ak ve durul, iltica et ve hikmeti kuşan, yollar senin içindir ey yolcu bekleme artık…

Selvigül Kandoğmuş Şahin