Dolar (USD)
34.50
Euro (EUR)
36.15
Gram Altın
2965.16
BIST 100
9367.77
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
17 Aralık 2022

Kâinat aynasından Hakk'ı görmek

Ayna, tasavvuf edebiyatımızda en çok kullanılan bir metafordur. D. Mehmet Doğan’ın Büyük Türkçe Sözlüğünde metafor, mecaz olarak açıklanmış. Melek Koç da bir yazısında “daha çok metafizik âlemle ilgili hakikatleri ifade etmek için kullanılan simge, mecaz ve sözcükler” olarak tarif etmiş metaforu.

Ayna ise yine Doğan’ın sözlüğünde “üzerine herhangi bir ışık kaynağından düşen ışınları ve şekilleri yansıtan parlak eşyâ ya da arkası sırlanmış cam” olarak tarif edilmiş.

Ayna metaforunu mutasavvıflar sürekli dile getirmişler. Gazali’yi bu konuda öncü sayarsak ondan sonrasında İbni Arabi, Mevlana ve günümüze kadar birçok sufinin ayna üzerinde kafa yorduğunu, dahası ayna üzerinden söz söylediğini görürüz.

Hz. Peygamber de “Mü’min, mü’minin aynasıdır” der bir hadisi şeriflerinde. Âlimlerimiz bu hadisi; insanın kusurlarını, noksanlıklarını kendisine söyleyecek, onu lisanımünasip ile uyaracak kâmil bir insanın, bir arkadaşının, bir refikinin yani bir aynasının olması gerektiği şeklinde izah etmişler. Hz. Ömer’in kendisine halife olması için baskı yapanlara “Ya hata yaparsam?” diye sorduğunda cemaatte bulunan sahabelerden Hz. Ali’nin (r.a.) veya Abdullah ibni Mesud’un (r.a.) “O zaman seni kılıcımızla düzeltiriz.” cevabını vermesi de bu hadisi en güzle şekilde açıklayan bir misaldir. Hz. Ömer bu hadise üzerine “Ya Rabbi! Sana şükürler olsun ki ben Senden gaflete düşersem, Senin adaletinden ayrılırsam, beni kılıcıyla doğrultacak bir cemaate sahibim” diye şükretmesi ve yine “Yanlış yaptığımızda bizi uyarmazsanız sizde, uyardığınız halde sizi dinlemezsek bizde hayır yoktur.” demesi de bu minvalde örnek alınacak bir hadisedir.

Tekrar ayna metaforuna dönersek, edebiyatımızda bu konuda bir hayli örnek var.

Necip Fazıl; “Bir his beni alıp aynaya çekti/ Ondaydı gecenin esrarı güya.”

Tanpınar; “Derin sularında bu ayna her an / Senden bir parıltı aksettirerek”

Şeyh Galib; “Bir yerde bu efkâr ile kendim bulamam /Âyîneye baksam görünür sûret-i yâr”

Ziya Paşa; “Âyinesi iştir lafa bakılmaz / Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde” gibi.

Ayna ve tecelli meselesi İbni Arabi tarafından uzun uzun şerh edilmiş. Misalen Füsusul Hikem’in mukaddimesinde; “Bir şeyin kendini kendinde görmesiyle, kendini kendine ayna olabilecek bir başka şeyde görmesi aynı değildir: Kendini aynada görmek, bakılan yerden yansıyan bir suretin zahir olmasıyla olur. Bu (yansıyan) suretin kendisine zahir olması için, bu yerin (yani, aynanın) olması ve kendisinin bu yere tecelli etmesi gerekir.” der.

Ahmet Ökge bir makalesinde; “İbnü’l-Arabî’nin temsil ettiği düşünce geleneğinin tâkipçileri konumundaki Vâhib-i Ümmî, Eroğlu Nûri, Sinân-ı Ümmî ve Niyâzî-i Mısrî gibi sûfîler ise ayna metaforunu, tasavvuf literatürünün genel karakterine uygun olarak üç farklı anlamda kullanmışlardır: Bunlardan birincisi; Cenâb-ı Hakk’ın tecellîleriyle var olan ve bu tecellîleri yansıtan kesret âlemi, ikincisi; Allah’ın zât, sıfat, isim ve fiillerine mazhar ve tecellîgâh olan ve bunları en güzel şekilde yansıtan insan, insan-ı kâmil ve üçüncüsü de kalp, gönül, ruh anlamlarıdır.” diyor.

Birsen Sunguray da; “Eğer Kâinat aynası olmasaydı, Hak bilinemez, görünemezdi. Hak aynası olmasaydı, halk istidat ve kabiliyetlerini göremez ve bilemezdi. İnsan ve İnsan-ı Kamil aynası olmasaydı, doğa âlemi ruhsuz, cansız bir ceset gibi ölü kalırdı; insan ve insan-ı kâmil kâinatın ruhu ve aynası olmuştur; evren onunla canlanmış ve hayat bulmuştur. Ve nihayet kalp aynası olmasaydı, insanın göksel âlemle irtibatı olmaz, ruhsal bilgi ve hikmetten yoksun kalırdı.” demekte.

Hz. Mevlana da “Sana bir ayna getirdim, kendine bak ve beni hatırla!” diyor. Tüm bu sözlerden çıkarak, kâinat aynası, yaratıcının kendini gösterdiği bir “tecellî-gâh”tır diyebiliriz. Zira bu aynadaki görünen sanii mutlakın eserleridir. İnsan bu aynaya baktığında gördüğü muhteşem eserden yola çıkarak bu eserin bir sahibi, bir müessiri olduğunu bilir.

Eskiden aynayı cilalamak tabiri vardı. Zira eskiden aynalar, gümüş veya çelik gibi hem pürüzsüz hem de üzerine aksi düşen sureti aynıyla yansıtan madenlerden yapılırdı. Aynanın parlaklığını yitirmesi de yapıldığı madenin paslanması ve dolayısıyla kararması bu yüzden de asli işini göremez hale gelmesiydi. O yüzey zaman zaman parlatılıp cilalanırdı ki aksi düşen nesneyi kusursuz göstersin. Hakk’ın tecelli ettiği “ayna”, mademki insanın gönlüdür. Biz de bu aynayı hasetlik, hırs, kin, düşmanlık, entrika ve iftira gibi günah kirlerinden koruyarak tövbe ile nasuh bir cilaladığımızda daha canlı ve kusursuz bir görüntü alırız. Aynalar yalan söylemez diye boşa denmemiş. Aynaya bakmak hakikate dair bir şeyler görmek için ise gönül aynasına baktığımızda mutlak hakikati görmek istiyorsak ilk önce aynamızı cilalamamız gerektiğini unutmayalım.