Dolar (USD)
34.49
Euro (EUR)
36.26
Gram Altın
2964.19
BIST 100
9367.77
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
15 Şubat 2022

Kahve köpüğü ve hatır

Bakır bir cezvede mis gibi kahve kokusunun eve yayılması ile başladı bu yazı. Bir kahveye yüklediğimiz anlamlara eğildi kalbim.

Osmanlı döneminde kahvehanelerin açılmasıyla birlikte Türk kahvesi, en koyu sohbetlerin aranılan içeceği haline gelmiştir. Kahvehaneler başlangıçta siyasetin konuşulduğu mekânlarken Kanuni Sultan Süleyman’ın da desteği ile kitap ve şiirlerin okunduğu, edebiyat sohbetlerinin yapıldığı, tavla ve satranç oynanan kültür mekânları halini almıştır. Bugün de devam eden kahvehane kültürü özellikle mahalle aralarında sıcak sohbetlerin en güzel adresine dönüşmüştür.

Türk kahvesi ülkemizde sosyal yaşamın ve geleneklerin yaşamasını sağlayan en önemli kültürel miraslardan biri. Eve gelen misafirlere mutlaka kahve teklif edilir.

Kırk yıl hatır bırakan dostluktur o. Sevgi penceresinde vefayı sımsıkı kucaklayan bir kültürün ikramıdır. Cismi değil de kalbi olarak içilen kişilerle, ruhlar hemhal olur, yaralar iyileşir, dertler azalır.

Gönlüm; kahvenin tadından, kokusundan öte ‘’şöyle köpüklü bir kahve yap da içelim’’ cümlesinde durdu, sözcüklerime karargâh oldu. Köpüğün kabarmasıyla gönül havzama doluşan köpüklü cümlelerle baş başa kaldım. Bir fincan kahvenin bıraktığıyla, duygu dünyasından kelama vardım, kâğıda ayan.

’Beni kahveye bağlayan köpüklü hali miydi’’ diye düşünmeden edemedim.

‘’Kahveden çok köpüğündeki letafet miydi’’ insanı hatırşinas kılan. Bol köpüklü kahvenin ikramında memnuniyet duyan mütebessim yüzler, aynı tada haiz olsa da köpüksüz bir kahvede aynı memnuniyeti yakalar mıydı?

Görsel şölenlerin ruhumuzda bıraktığı tadın hükmüyle, anlık mutluluklara kavuşmak, temeli kökten huzur olan, nice güzelliğe değişilebilir mi?

Havai fişek, maytap ışığında aydınlığın göklere çıkması, karanlığın iç huzurundaki ebedi aydınlıklardan daha mı kıymetli idi? Bu anlık seslere, süslere eğilmek nasıl gerekçeler ile hasıl olmuştur?

Kahvenin köpüğüne takılmamayı özündeki tada münhasır, sohbette kalmayı yeğledim o fincanla göz göze geldikten sonra.

Yüzen, uçuşan, ışık saçan ne varsa sever insanoğlu…

Toprağa mıh gibi çakılı olandan çok kıpırdayana, janjanlı olana eğilir, sever. Her gün yanından geçtiği ağacı ne kadar hatırlar bilinmez. Lezzeti aradığımız şeyler hemen kaybolurken ve onlarla kayboluyorken -insan-Hatırın kıymetini yükleyemediğimiz, taş ağaç, dağ, deniz yer gök…

Ağırca yerinde duran ne varsa, sıradan bakışların fotoğraf karesinde incinir

Sabun köpüğü gibi kayıp giderken zaman, yüreklerimizde anlamından mahrum kalmamalı idi. Köpüklerin sönen dünyasından, zemini sağlam dünyalara basmalı idi adımlarımız.

Çocukça uçurduğum köpük balonların, şeffaf renginde kaldı benim gözlerim, merhameti taç etmiş yüreğim. Kapıldığımız tüm cazibelerden sınıfta kalmamaktı esas. Cevapların yerini sormadan yaşarken. Kâğıdın arka yüzünde saklı cevaplar için bile üşendi, insanoğlu. Alt satıra kadar bile inmedi gözü.

Oysa geçmek istedi adam tüm sınavlardan, tüm köklerden temellerden yoksun olsa da.

Koşarken bakmadı, pembe panjurdan el sallayan dedeye. Dolu dizgin bir uçağa binme telaşıydı içindeki işte. Onun ki, bizim ki. Oysa insanı ayakları ayakta tutardı, yerin çekme kuvvetindeki sırla!

Sıyırdıkça köpüğü; telvesindeki dünyada g’izli olduğumu öğrendim. Yere yakın dibe yakın içe yakın. Hatırşinas kılan izinden, uçuşan tüm köpüklerden azade. Hatırın kerametini köpükten alıp zemine yükleyip. Damağımda sahici bir tatla yürüyorum

Cezbeden fiilin öz haliyle; gösterişten sıyrılan köpükle, ayaklarıma gömülen telve rengiyle. Yürüyorum

Nilüfer zontul aktaş