Kahrolsun istibdat, yaşasın hürriyet!
Kahrolsun istibdat yaşasın hürriyet sözünü ilk defa 1908 de duydu bu millet.
Osmanlı hasta adam ilan edilmiş, Yahudiler başta olmak
üzere birçok gayri müslim ve Avrupa devleti Osmanlı’dan ayrılmak sevdasına
tutulmuştu.
Bunun için Fransa’da doğan bir sivil hareket öne
sürüldü; Jön Türkler…
Sözüm ona II. Abdülhamid Han’ın uyguladığı yönetim
ülkede hürriyetleri kısıtlamış ve halkın iradesini yok sayan bir hale gelmişti.
Dahası tek adam dikta yönetimi Osmanlı Halkını
bezdirmeye başlamıştı.
Gerçekten öyle miydi? II. Abdülhamid diktatör müydü? Ve
baskıcı bir yönetim kurmak istiyor muydu?
Elbette hayır.
Ama Filistin’den toprak isteyen Yahudi toprak
alamayınca “Kızıl Sultan” lakabını yaftalayı verdi.
Yerli ve milli olduğunu iddia eden bazı safdil
yazarlar bu söyleme sarılmış, manşet manşet sloganlarla halkı kışkırtmaya
başlamışlardı.
Öyle ileri gitmişlerdi ki; II. Abdülhamid’in Harbiye
öğrencilerini ayaklarına taş bağlayıp boğazda suya attıklarını dahi iddia
etmeye başlamışlardı.
Sultan servetini Avrupa’ya kaçırıyor kendisi de
kaçacak, Abdülhamid toprak satıyor. Gibi onlarca kuyruklu yalan…
Nihayetinde sultan Abdülhamid 1908’de II. Meşrutiyeti
ilan etmek durumunda kalıyor.
Ancak Türkiye düşmanlarına bu yeterli değildi.
Osmanlıyı bölüp parçalamak için II Abdulhamit’in tahtan indirilmesi
gerekiyordu.
Kimileri için hürriyet vapurlara bedava binmekti,
kimileri için okullarda sınavlara girmemek. Anadolu vergi vermemek istiyordu. Kimileri
için bedava ekmek demekti...
Hürriyetin algısı sınırsız ve tutarsızdı.
Muhalifler halkı organize ederek; “Kahrolsun
istibdat, yaşasın hürriyet” sloganı ile sokakları doldurmaya başlamışlardı.
Jön Türkler şöyle diyordu; Bir an önce meşrutiyet ilan
edilsin, bir de hürriyet geldi mi? Üstelik bir de Abdülhamid’i tahtan indirdik
mi? İşte o zaman her şey daha güzel olacak!
İstedikleri her şey olmuş ve Abdülhamid Han tahttan
hal edilmişti.
Pekiyi Sultan Abdulhamit tahtan indi ama sözde
istibdat yerini hürriyete bıraktı mı?
Elbette hayır!
“Gökten kutsal bir ışık gibi inen hürriyet, her şeyden
tatlısın sen!”
Diyordu dönemin muhalif gazetelerinden İKDAM!
Öyle olmuştu ki İmam, Rahip ve Bulgar papaz
birbirlerine sarılarak poz verdiler.
Hürriyeti herkes farklı anlamıştı. Jön Türklerle olan
ayrılıkçı topluluklar hürriyeti Osmanlı’dan ayrılmak olarak algıladı.
Sonuç malum…
Hatta öyle oldu ki hürriyeti getirenler; köprü başında
gazeteci vurmaya başlamış, ağzını açanı zindana postalamış ve sopalı seçimlere mahkûm
etmişti.
Şimdilerde aynı nakaratı duyuyoruz değil mi?
Saraçhane meydanında bu şarkı burada bitmez diyen
dönemin Abdülhamid’ine nispet yaparcasına birbirine benzemez 6+1 siyasi parti
kol kola sarmaş dolaş haykırıyordu;
“Kahrolsun istibdat, yaşasın hürriyet”
Bu oyun daha önce sahnelenmişti. Bu sahneyi izlemeye
giderseniz tarih yeniden aksiyle tekerrür eder.
Ve o dönem Filozof Rıza Tevfik’e ait şu
mısraları tekrarlamak zorunda kalırsınız;
“Nerdesin Şevketlim Sultan Hamîd Hân
Feryâdım varır mı bârigâhına
Ölüm uykusundan bir lahzâ uyan
Şu nankör milletin bak günâhına”
Ve nihayet cenazesi kaldırılırken kalabalığın şu
sözleri yankılanır tarihin tozlu sayfalarında;
“Ey koca sultan bizi kimlere bırakıp
gidiyorsun?