Kafayı yememenin yolları!..
TOplumları bitirmek için psikolojilerini çökerteceksin.
Toplumsal Psikoloji’yi çökertirseniz, hedef
aldığınız insanlar birbirlerini bitirirler.
Hobbes, “İnsan insanın kurdudur” -Homo homini lupus- diyor ya…
İşte öyle bir şey.
Sunulan nimetler, insanlık âlemi gibi bin
tanesini tıka basa doyurabilecek kadar bol ama milyonlarca insan da açlıktan
ölüyor.
Sadece açlıktan ölenler mi?
Birileri hep daha fazlasını kazansın diye hasta
edilen ve (trilyonlarca
dolarlık sektör kazandıkça kazansın diye) tedavi edilmeyen milyarlarca insan!..
Marketlerde “cicili bicili”
ambalajlar içinde satılan “ürünlerin” kahir ekseriyeti, “bağımlılık yapan"
maddeler ihtiva ediyor.
Bir iki kere cips verilen çocuk tam bağımlı
hale geliyor, almadığınızda kıyametleri kopartıyor.
Çoğu “ürün”de
“çin tuzu” denilen bir malzeme varmış, bir yiyen bir daha istiyor.
Transyağ deposu ürünleri habire tıkıyoruz
çocuklarımıza; kanser, diyabet, koroner kalp hastalığı, kısırlık, karaciğer
bozukluğu, alzheimer, parkinson…
Ne varsa yüklüyoruz!..
Bizler çocuklarımızı çok sevdiğimiz,
ağlamalarına dayanamadığımız,
kıyamadığımız için hasta ediyoruz!
“İnsan insanın kurdu” malûm; homo homini lupus!
H H H
Toplumların vücut sağlığı da, ruh sağlığı da
fena halde bozuluyor.
Bir plândemi dalgısı çıkarttılar, herkes kafayı
yeme noktasına geldi, hatta çoğunluk o aşamayı çoktan geçti.
Geriye dönüp şöyle bir bakın Allah aşkına;
canlı yayınlarda ölüm saçan sokaklar,
Şairin "Sarmış
yine âfakını bir dûd-i muannid" diyerek tarif ettiği hâl, ufuklarda bir inatçı sis.
Ekranlarda kireç suratlı uzmanlar; sokağa çıkma, yaklaşma, ellerini ilaçla, kapı
tokmaklarına dokunma!..
Kafayı yedirdiler insanlık âlemine!
Hatırlayınız lütfen;
Ellerimiz kanserojen kimyasallarla dezenfekte etmekten parçalanmış halde, dağ başında maske takmayanı
linç etme noktasına getirilmişiz…
Ulus’ta meşhur kolonyacı, önünde bilmem kaç
kilometrelik kuyruk!..
Ve açlık korkusu!
Geçen gün yine MİLAT’ta yazdık:
İnsanlık "rızık" korkusuna
sürükleniyor.
Açlık korkusuna!
Yakında “gıda kıtlığı” baş
gösterecekmiş!
Hepimiz aç kalacakmışız!
Yılanları, böcekleri yemeye mecbur olacakmışız!
Geçen hafta, bazı kanallarda “tarantula” cinsi örümceği, canlı canlı -bandıra bandıra
yiyen bir “kadın” vardı.
Çevirip çevirip verilen bu görüntülerle, bilinçaltlarımıza,
“Bugün protein almanıza yarayan besinler
yakın gelecekte olmayacak ve sizin protein kaynağınız işte bu böcekler olacak!” mesajları verildi.
Bugünlerde, “uygar”
denilen Avrupa’da gittikçe yaygınlaşan bir “yiyecek”
türü var:
Böcekburger!..
Bir genel başkanın yemek için taaa Amerikalara
gittiği meşhur hamburger gibi; bir moda,
bir sektör haline geliyor.
İçinde böcek bulunan “et ürünleri”nin
İsviçre’deki gıda zincirinin “et reyonu”nda
satışa sunulduğuna dair haberlere rast gelmişsinizdir.
Bunu yapan zincirin
sloganına dikkat:
“Sürdürülebilir
protein!”
Yani..
“Yakında aç kalabilir, kırlardaki dağlardaki
böceklere muhtaç olabilirsiniz!”
H H H
Bütün bunların ardından gelsin yapay etler,
yapay muzlar, yapay pirinçler…
Tek merkezden kontrol edilen, yani bugünkünden
de fazla kontrol edilen milyarca insan.
Bir topluluktaki insanları bitirmek mi
istiyorsun?
Bas bir tuşa, yesinler birbirlerini!..
Genetik şifreleri elinde değil mi?
Hepsini çiplemedin mi?
H H H
“Geliyor gelmekte olan” deniyor ya…
Biz küçük dünyamızda birbirimizi yiyeduralım…
Gerçekten de geliyor gelmekte olan, şu “iklim
değişikliği” tantanasına eşlik eden ne gündem maddelerimiz var, ineklere ölüm
mesela.
Patenti alınmış yeni inek virüsünü
saldıklarında ne yapacaksın?
Yapacak başka bir şeyin mi var;
Kalan inekleri de gömeceksin!..
Etini yemek bile yok, kuş gribiyle telef
edilenler misali!..
H H H
Geliyor gelmek de olan da, ne yapmak lâzım?
Ben küçük dünyamda, kendimce bir şeyler yapmaya çalışıyorum.
Mesela, etki edebildiğim bütün ailelere, çocuklarını “televizyonlardan” uzak tutmalarını söylüyorum.
Bir aile var;
telkinlerimizin etkili olduğu söylüyor, çocuklarına şimdiye kadar “cicili bicili market ürünleri”nden yedirmemelerinde.
Tüketimimi mümkün olduğu kadar kısıyorum;
yıllar var ki üzerime ceket almadım,
gömlekleri hışmıkları çıkıncaya kadar
giymeye çalışıyorum.
Eski ayakkabılarımı yenilemeye ve mecbur
kalmadıkça yenisini almamaya gayret ediyorum.
Bir sosyal medya hastalığım var, onunla
uğraşıyorum bu günlerde.
Bağımlılık yapmış, onunla başa çıkmaya, kendi
yöntemlerimle tedavi olmaya çalışıyorum.
Bazı kanallardan “tartışma programı” teklifleri
geldiğinde nazikçe reddediyorum; neye tartışacağım, niye tartışacağım, horoz dövüşü programlarında!..
Ufak tefek spor yapmaya gayret ediyorum, öyle
salonlarda malonlarda değil, vücudumun ağırlığından istifadeyle faydalı
hareketler vesaire…
Midenin üçte biri boş kalacak malûm; Kutsî
Tavsiye…
Bu yolda da ilerliyorum, kolay değil tabii,
yıllar yılı bir oturuşta ekmek, yemek ne varsa nefes almaksızın indirmeye
alışmış bir bünyeyi alıştırmak.
Yapmaya çalıştıklarım arasında, haftada bir
hastaneye, bir de mezarlığa gitmek de var.
Hasta ve merhum, merhume ziyaretleri iyi
geliyor, tavsiye ederim.
H H H
Namazlarda zorluğum var; aklım dağılıyor,
kaybettiğim, unuttuğum ne varsa yerini namazlarda hatırlıyorum!
Bunu halletmem gerek.
Namazlarımı sağlıklı bir şekilde eda edebilsem,
ne iyi olacak.
H H H
Bir de…
Beklenti meselesi…
Bir vakitler insanların yanlış yapmaları beni
çok üzerdi.
“Ayet” hükmünü kulağıma küpe yaparak, “aldırmamaya”
çalışıyorum.
Malûm, kimi niçin kınarsan aynısını yaşıyorsun.
Bir vakitler, herkesin ne yaptığına çok
yakından bakardım, “mesleki
deformasyon”
işte.
Şimdilerde, “Hele önce kendini bir düzelt!” diyorum, bu da bana iyi gelecek gibi.
H H H
Bunları yazıyorum ya…
Birileri, “Abi bize politika kulislerinde neler oluyor, bitiyor… Onları yaz!” diyor.
Ben kalbimi bu dar dünyadan, dar kalıplardan
uzaklaştırmaya çalışırken!..