KADINLAR KADINLIĞI REDDEDİYOR
Feminizmin Batı dünyasında ortaya çıkışı, tarihsel, kültürel ve siyasal bir meşruiyet taşır. Çünkü feminizmin ortaya çıkışının sosyal karşılığı ve arkaplanları vardır. Bize modernliğin bir taşıyıcı aracı olarak ve gündelik pratikler üzerinden giren feminizmin, başından beri en önemli handikapı budur.
Bir yüzyıl önce, "Müsavat-ı Tamme" sloganı eşliğinde erkeklerle tam eşitliği talep eden feminizmin, bugün geldiği noktada kendi iç çeşitlenmesi bağlamında farklı kollardan varlığını sürdürdüğünü ve farklı talepleri de dillendirdiğini görüyoruz. Ama kanaatimce değişmeyen bir şey varsa; feminizmin hangi versiyonu olursa olsun erkek cinsini merkeze almaya devam etmesidir. Bu durum, gerek dile getirilen talepler, gerek gündelik pratik kadın davranışlarının dönüşümü, gerekse feminist söylemlerde açık ve örtük biçimde izlenebilir.
Erkeğin merkeze alınması, feminizmin kendi nihai iddiaları ve talepleri açısından önemli bir handikapıdır. Bu durum, yine feministlerin iddiaları açısından kadın kimliğini ortaya koymak ve hatta erkek merkezliliği aşmak açısından ciddi bir sorunsala dönüşmüştür. Burada en önemli sorunun da gündelik hayatta kadınların erkekleşmesi, erkekçe refleksler göstermesi, feminen niteliklerini kaybetmesi ve hatta kadınlığı reddetmesidir.
Bunların farklı tezahürlerini bazı pratikler üzerinden ve sezgisel olarak da ger geçen daha kuvvetle izlemekteyiz. Kadınları gündelik hayatın içerisinde giderek kamusal alanda daha fazla hırslanmış, "başarılı olmak" adına erkekçe davranış ve reflekslere daha fazla yaklaşmış görmekteyiz. Giydikleri elbiselerden, erkeksi tavırlara, erkekler gibi davranmaya kadar bir dizi davranışlar artık cadde ve sokaklarda vakay-ı adiyeden.
Geçenlerde şahit olduğum iki olay bu tezlerimi kuvvetlendirdi; aslında beni bir o kadar da üzdü. Liseli iki genç kız (üstelik de başörtülü), oğlumla beraber belli bir mesafede yanlarından geçerken yanlarında olmayan birilerine çok galiz küfür savurdular. Bu küfür fısıltı ile de söylenmedi. İkinci örnek de, metro istasyonunda birbiriyle tartışan kadın ve erkek arasındaki diyaloglar ilginçti. Erkek ölçülü bir şekilde hanımefendi şeklindeki hitaplarla tartışma yaparken, başörtülü kadın birden ağır bir küfür savurdu. Doğrusu her iki küfrü de burada söyleyemem.
Kadınlar acaba, erkekler küfür ediyorsa biz niye etmeyelim diye mi düşünüyorlar? Küfür etmenin erkeğe de kadına da yakışmadığını öncelikle tespit edelim. Ama hemen ardından kadınlara hiç yakışmadığını belirtmeliyim. İslamcı kadınlar bile "eşitlik" ilkesi üzerinden, erkekler yapıyor da biz niye yapmıyoruz mantığını birçok şeyi meşrulaştırmış görünüyorlar. Bu ise, aslında erkekleri öncelikle zihnen merkeze aldıklarının açık bir göstergesi.
Fakat esas tehlike bunun ötesindedir. Bu erkek merkezlilik neredeyse bazı kadınları "kadın doğdukları güne lanet edecek" derecede belirlemektedir. Bu bağlamda kadınların kadınlığa dair pozitif tarzda kurmaya çalıştıkları söylemleri, ters çevrildiğinde erkeklere özenmek biçiminde ortaya çıkmaktadır. Bugün kadınların çocuk doğurmaktan, ev içi roller, evlilik, kadınsılık vb. durumları kabul etmelerindeki zorluk maalesef, kadınlığı bir reddiye olarak ortaya çıkıyor. Bu red tutumu ise, ömür boyu mutsuzluk olarak kadına dönüyor.
Birinci olarak şu soruyu soralım; kadınlığı, kadınsılığı söylem, tutum ve davranış olarak reddeden bir kadın, acaba bu evrende kendisini nasıl konumlandırmaktadır? İkincisi de, kadın ve erkek insan olma paydasında eşittir ama cinsiyetler erkek ve kadının birbirini tamamlamasını sağlayan farklılıklar değil midir? Ve farklılık, kesrette vahdete tekabül etmiyor mu?
Kadınlığı reddeden kadınların çoğaldığı toplumda, artık erkekler de kendileri olarak kalamaz. Post/modern kültür, her şeyden önce insanın varlık alemindeki konumunu sars mıyor mu? Peki bu değiştirme talebi insanın kendisiyle ve Tanrısıyla bir savaş değil mi?