Kadından doktor olmaz!
Eskiden beri bazı meslekler erkek işi olarak görülmüş, buna bağlı olarak da kadınların bazı dallarda eğitim almalarına ve çalışmalarına iyi gözle bakılmamıştır. Bu konuda -geçmişteki kimi feministler gibi- işi ileriye götürüp kadını korumak için bazı işlerde çalışmasının yasaklanmasının eşitliğe aykırı olduğunu savunmayacağız. Ya da kadınların, ağır ve fiziksel güce dayalı işlerde çalışması gerektiğini söylemeyeceğiz.
Sözümüz, cinsiyet faktörüyle çok da bağlantılı olmayan kimi alanlarda kadın varlığının istenmemesine dair olacaktır. Bu, ne bugüne has bir durumdur ne de geçmişte kalmış bir olgu.
Kadının, bir meslekte var olmaya başlamasıyla birlikte sebepli ya da sebepsiz, ciddi bir direnç görülür. Mukavemet aşılıp kadınlar mevzu bahis mesleklerde çalışmaya başladıktan sonra toplum, yaşananları kişilerden daha önce unutma eğilimine girer. Hatta, geçmişte cereyan eden bu tür hadiseler absürd olarak yorumlanır, istihzayla karşılanır.
Şimdi, söylediklerimiz somutlaştırmak ve daha anlaşılır kılmak için birkaç örnek vermek isteriz. Osmanlı'da kadınların her mesleği icra imkanı bulduklarına dair iddiaların pragmatik yansımalarıyla sık sık karşılaşır olsak da, numunelerimiz Osmanlı'nın son dönemine ait olacak.
Osmanlı'da kadınların mektepleşmesi, yüksek tahsil almaya başlamasıyla birlikte sosyal alanlarda artan kadın oranına nedense pozitif bilimlerde rastlanmaz. Kadınlar, mesleki alanda ilk "istemezük" tepkisini polislik ve hekimlik yapmak istediklerinde alırlar.
Kadından polis olamayacağı iddiası, basında yer alır. Haber ve yazılarla olayın yanlışlığını iddia etmek yeterli değilmiş gibi, çizilen karikatürlerle de bunun imkansızlığı anlatılmaya çalışılır. Kadın polislerin bu konuda yetersiz kalacakları düşüncesi, çeşitli cinsel ve küçümseme mesajlarıyla ispatlanmaya çalışılır.
Bir diğer karşı koyuşa ise kadınların, hekim olmak istediklerinde yaşanır. Kadınların mesleki eğitim alsalar bile hekimlikte yetersiz ve yetkinsiz olacakları savunulur. İlginçtir, kadınların sosyal bilimler tahsili görmelerine, öğretmenlik yapmalarına tepki vermeyenler onların, doktor olma talebi karşısında ciddi bir mukavemet gösterirler.
Basında yine konuyla ilgili yazılar yayınlanır, görüşler serdedilir. Kadınların, tıbbiye eğitimi almak için verdikleri mücadele sonucu bu bölüme kabul edilmeleri de basındaki tepkiyi azaltmaz.
Kamuoyuna göre hekimlik, kadına uygun bir meslek değil erkek işidir. Kadınların bu istekleri, feministçe bir talep olup kadın doğasına terstir. Tıbbiyedeki kız öğrencilerin, derslerde kan görünce bayılacaklarına dair espriler basında yer bulur. Bunun geçici bir heves olduğu, kız öğrencilerin birkaç dersten sonra tıbbiyede okumaktan vazgeçeceklerine olan inanç gerçekleşmez. Mezun olan kızlar hekim olarak hizmet vermeye başlarlar.
Toplumun o dönem gösterdiği tepkiyi, dini gerekçelere bağlama isteyenler çıkacaktır elbette. Ancak, hekimlik ve polislik gibi insan mahremiyetine giren alanlarda kadın çalışanların olmasını elzem gören bir anlayışa sahip dinin bu yönde hüküm vereceğini düşünmek zor. O halde, kadının belli alanlarda uzmanlaşmasını istemeyen zihniyetin, din dışı bazı değerlere dayandığı iddiasında gerçek payı yüksektir.
Bunun adına geleneksel yapı, toplumsal algı gibi isimler koyabiliriz belki; ama dinin hükümleri diye yorumlayamayız. Üstelik, dini gerekçelere dayanarak kadın hekim olmadığı için muayene ve tedaviyi reddeden kadınlara, eşini erkek doktora götürmektense hastalığını çekmesini isteyen erkeklere sıkça rastladığımız bir toplumda!
Yine, günümüzde güvenlik konusunda kadınlara yönelik kontrollerin kadın polisler tarafından yapılmasının artık bir teamül haline gelmiş olması, bu iki karşı koyuşun anlamsızlığını ortaya çıkaran canlı ve güncel örnekler olurlar. Peki, insan doğasına uygunluk arz eden ve dini inanışla bütünleşmesine rağmen toplumun bu denli karşı koyuşu nasıl yorumlanmalı?
Haremlik ve selamlığın uygulandığı, tesettürün yaygın olduğu, dini kuralların gözetildiği bir toplumda bile kadının bazı alanlardaki yetkinliğine karşı çıkışın adı ne olabilir?
Erkek egemen toplumda hakim olan erkin kaybetmek istememesi, geçmişten beslenen gelenek dünyasının güç kaybından korkması, statükonun kaybetmek istememesi gibi cevaplar seçeneklerde yer alabilir.
Aslında cevap; hepsi ve türevleri olarak karşımıza çıkarken statüko, değişim ve dönüşümün en eski ve esaslı düşmanı görünür. Bu düşmanlıkta, yerleşik zihniyetin ya da değişimin doğru veya yanlışlığı mühim değildir. Statüko için değişim, asli bir düşmandır ve ilelebet de öyle olacaktır!