Kadına Pozitif Ayrımcılık ve Yanlış Hesaplar!..
Evin mutfağını büyük ölçüde kontrol eden, aile ekonomisinin
ferahlığını, darlığını en iyi bilebilecek durumda olan “kadın seçmenler” aynı
zamanda ekonomik ve siyasi hayatta da gittikçe artan oranda etki sahibi
oluyorlar.
Bundan dolayı da, tepkileri, beğenileri siyasiler tarafından
“öncelikle” değerlendiriliyor.
Her parti, seçim başarısına ulaşabilmek için “kadın seçmenin” nabzını sağlıklı bir şekilde tutmaya mecburdur.
*
Uzun yıllardır seçmenin “nabzını” tutmaya çalışan bir gazeteci olarak, “feminist” grupların baskı ve yönlendirmeleriyle ortaya konulan
uygulamalarla tavırların,
kadınlarımızın kahir ekseriyeti tarafından beğenilmediğini görüyorum.
Kadınlarımızın kahir ekseriyeti, “Kadın Beyanı Esastır!” zihniyetine tamamen karşı.
Bunu büyük bir adaletsizlik, haksızlık ve zulüm olarak
görüyorlar.
Vicdana da, akla da, “evrensel” denilen “hukuk”a da aykırı
olan bu bakış açısına tepki gösteren kadınların oranı erkeklerin oranından az
değil.
Zira…
“Kadın”ı “erkek”ten kopartıp, “tek başına” bir varlık olarak
göremezsiniz.
Kadın, ninedir anneannedir, babaannedir, annedir, bir “koca”nın
“karısı”dır, abladır, kardeştir, haladır, teyzedir, yengedir.…
Sağlıklı düşünebilen hiçbir nine torununun, hiçbir ana oğlunun
beyanının hiçe sayılmasını, kafadan “haksız”
kabul edilmesini istemez!..
Bir hukuki mesele hakkında görüştüğümüz hanımefendi avukat
ile bu konuları da konuşurken…
Demişti ki,
“Kadın beyanı
esastır, yaklaşıı, hiçbir suçu olmayan erkeğin, sözgelimi taciz gibi berbat bir
fiilden mahkûm olması için yeterli
gelebilir. Bu noktada hâkimlerimiz de
zor durumda. Erkeğe iftira atan bir kadının aleyhine karar veren hâkimi, Sosyal
Medya Adalet Divanı (!) anında mahkûm edebilir!”
Evet…
Vaziyet üç aşağı yukarı böyle.
Aile içi problemlerde de, kafadan “kadın haklıdır” bakış açısıyla hareket edilebiliyor.
Bu da, hem kadınlarımızın hem de erkeklerimizin kahir
ekseriyetini rahatsız ediyor.
Yine…
Şu bir türlü “halledilemeyen” süresiz nafaka işi de,
erkeklerimizin yanı sıra kadınlarımızdan da büyük tepki alıyor.
Torunlarının, evlâtlarının, eşlerinin, kardeşlerinin
kendileriyle birlikte “süresiz nafaka cezası”na mahkûm edilmelerine, erkeklerin
de kadınların da kahir ekseriyeti karşı.
Birçok siyasetçi, “Süresiz
nafakaya karşı çıkarsak oy kaybederiz!” diye düşünüyor ama mesele hiç de
böyle değil!..
Aksine, “süresiz
nafaka” uygulamasına kadınların çoğu karşı çıkıyor!..
*
İstanbul Sözleşmesi’nin “kadına
şiddeti önleme” kılıfıyla, ailenin bütün değerlerini, aile içindeki
geleneksel görev paylaşımlarını, “klişeleşmiş
roller” parantezine aldığını gören kadınlarımızın sayısı da gittikçe
artıyor.
Televizyonlardaki “şiddetli
geçimsiz kadınların” programlarındaki yönlendirmelere kanarak İstanbul
Sözleşmesi’ni “faydalı bir şey”
zannedenler, metnin özüne, detaylarına indikçe büyük tuzağı görüyorlar.
Sözü çok da uzatmaya gerek yok:
Medeni Kanunu’muzdaki “Karı-koca”nın
yerine “partner” kavramının
kullanılması bile “asıl niyeti izaha”
yetiyor.
İstiklâl Şâirimiz
Merhum Mehmet Akif Ersoy’un “Tek dişi kalmış canavar” diyerek işaret ettiği “Batık” zihniyetin “cinsel yönelim” kavramını kullandırtarak,
hangi
“modelleri” yaygınlaştırmaya,
meşrulaştırmaya çalıştığını da gittikçe artan sayıda hanımefendi görüyor.
Bunda elbette, bu konuda “farkındalık” meydana getirmeye çalışan aydınlarımızın büyük
rolleri oldu.
Sözleşmenin ayrıntılarına gizlenmiş tuzakların teker teker
ortaya çıkması ve bilincin gittikçe artması, sesleri çok çıkan feminist-sol oluşumların baskılarını
daha da arttırmalarına yol açtı.
Bunlardan birinin
başındaki zat, geçtiğimiz günlerde, “İstanbul
Sözleşmesi’ne karşı çıkan herkese dava açacağız!” diyerek işi “aleni tehdit” boyutuna vardırdı.
Bu sözleşmeye karşı çıkanları hedef alan karalama
kampanyalarına şahitlik ettik.
Sırtlarını PKK’ya dayamışlar için “özgürlük” talep edenler, İstanbul Sözleşmesi’ne karşı çıkanları “susturmak” için ellerinden geleni
artlarına koymadılar.
“Gürültücü
azınlığın” önde
gelenleri, siyaseti de baskı altına almayı ihmal etmediler.
Siyasilerin büyük bölümünde, “Bunlara karşı çıkarsak, bu gürültücü azınlık, kadına şiddetten
yanaymışız gibi algı meydana getirir. Bize oy kaybettirir!” düşüncesi
yerleşti.
Bundan dolayı da, “kadına
pozitif ayrımcılık” gibi kulağa hoş giden bir “feminist söyleme” sarılmalar arttı.
Buradaki “kadına
pozitif ayrımcılık” yaklaşımı, tıpkı “psikolojik
şiddet” gibi bir “belirsizlik”
alanını ifade ediyor.
Kadınlarımızın kahir ekseriyeti de, çocuklarından birine “negatif ayrımcılık” yapılmasına karşı
çıkıyor.
Yazıyı uzatmayalım.
Meseleye, salt “kadın”
ve salt “erkek” zaviyesinden
bakanlar ve sesi çok çıkan “feminist-sol”un
gazına gelenler, büyük hata yaparlar.
İnsanlar erkek ya da kadın oluşlarına göre kıymet kazanmaz
ya da kaybetmezler.
Delikanlılığın erkeği, kadını yoktur.
Adalet, kadın erkek ayrımı yapmaz.
Kadın sadece kadın, erkek de sadece erkek olarak görülemez.
Annelik, babalık, karı kocalık, ev hanımlığı, aile reisliği,
anne, abla, baba şefkati, İstanbul Sözleşmesi zihniyetine göre birer “klişeleşmiş rol”dür.
Anadolu insanı için ise, aileyi ve ülkeyi ayakta tutan,
bölünmez kılan gerçeklerdir.
“Sessiz azınlığın” gürültüsü, bu gerçeklere dikkat
çekenlerin seslerini duyulmaz hale getirse de…
Bilirsiniz:
“Gerçeklerin bir
gün mutlaka ortaya çıkmak gibi güzel bir huyu vardır.”
*
Bütün hanımefendilerimize, beyefendilerimize, gençlerimize,
çocuklarımıza…
“Cinsiyet ayrımı” yapmaksızın selâmlarımı gönderiyorum.