Kadına karşı şiddet ve ataerkil ölüm kültü
Kadını bütün kötülüklerin kaynağı olarak gören erkek zihniyeti, kimliği ve kültürü, kadın-hayat-doğa etrafında bir ölüm kültü ve kültürü yaratmıştır. Ataerkil kültür yoktur, ataerkil ölüm kültü vardır. Ataerkilliği bir kültür olarak değil, bir ölüm kültü olarak düşünmek daha uygundur. Çağlar boyunca insanlığın bir türlü kurtulamadığı hastalık, ataerkil ölüm kültüdür.
Ataerkil ölüm kültü, tarih boyunca, kadını susturma, silikleştirme, sindirme ve silme çabasında olmuştur. Kadını sindirmek, susturmak ve silmek isteyen ataerkil ölüm kültü, kadınların hiçbir hakka ve özgürlüğe sahip olmayan cinsel nesneler olma statüsünün dışına çıkmaması için katı doğmatik, siyasal, toplumsal, kültürel, ekonomik ve yasal sistemler, kurumlar ve kimlikler uydurmuştur. Ataerkil ölüm kültünün derinliklerinde hiç giderilmeyen bir kadın korkusu vardır. Ataerkil kültün ve kimliğin kendisi olan kadın korkusu, erkeği kadına karşı şiddet ve öldürme dâhil her türlü patolojik düşünce, tutm ve davranış içerisine girmesine neden olmaktadır.
Ataerkil ölüm kültü, kadını sosyal, ahlaki ve siyasal düzen için tehdit oluşturan şer nitelikli cazibelere sahip mahlûklar olarak konumlandırmaktadır. Kadının sürekli olarak boyunduruk altında tutulmasının ve kontrol edilmesinin toplumsal ve ahlaki düzeni korumanın tek yolu olduğunu dayatan ataerkil ölüm kültü, kadının kişiliğini, özgürlüğünü ve haklarını fitnenin, sosyal kaosun ve çatışmanın kaynağı olarak görmektedir. Ataerkil ölüm kültünün aslında dayattığı asli doğmayı şu şekilde ifade edebiliriz. Kadın fitnedir. Kadının fitne dışında özgür ve onurlu birey olarak düşünülmesi mümkün değildir.
Kadın korkusu, eril kültün kültür, din, kimlik ve hukuk olarak inşa ettiği servet, şehvet ve devlet üzerinde kurduğu iktidarını kaybetme kaygısından beslenmektedir. Özgürlük ve hak sahibi bireyler olarak kadınların varlığının erkeklerin iktidarını tehdit edeceği saplantısı ve sapkınlığı, erkeği kadına karşı şiddet dâhil her türlü baskıyı ve zorbalığı yapmaya yöneltmektedir. Din, devlet, aile, hukuk, siyaset ve iletişim kurumları ve kaynakları, kadının özgürlüğünü ve haklarını kısıtlamaya, kontrol etmeye ve ortadan kaldırmaya yönelik katı denetleme ve baskı araçları, kuralları ve yapıları oluşturmaktadırlar. Kadının fiziki, entelektüel va sosyal varlığını kamusal alandan uzak tutmak için uydurulan doğmalar, kaynaklar ve kalıplar, aslında kadını erkek kültü normlarına göre kontrol ve yönetmek için kurgulanmışlardır.
Ataerkillik, bir din, zihniyet, kimlik, kült ve kültürdür. Ataerkillik, kendisini kutsallaştırarark dini emirler ve sosyal baskılarla kadını erkeğin kontrolünde tutmayı kurumsallaştırmakta ve kalıcılaştırmaktadır. Erkeğin efendiliğinin ve üstünlüğünün kadının kaçınılmaz kaderi olduğu yalanını kadınlara mutlak doğru olarak benimsetmek için her türlü yol ve araç kullanılmaktadır. Kadının kaderinin erkeğin efendiliği olduğu hezeyanı, kadınlara söylenmiş en büyük yalandır. Erkek, kader değildir. Kendini kadının efendisi ve kaderi olarak gören erkek, kadına, fiziksel, ekonomik ve psikolojik ve sosyal şiddet uygulamayı kendisine doğal olarak verilen bir hak ve imtiyaz olduğunu vehmetmektedir.
Ataerkil ölüm kültü, kadını, özgürlüğü, eşitliği ve hukuku birbirinden uzak tutmaya çalışmakktadır. Ataerkillik, iki temel doğmaya dayanmaktadır. Ataerkilliğin birinci doğması, kadın-erkek eşit değildir şeklindedir. Ataerkilliğin ikinci doğmasını, kadın özgür olamaz şeklinde ifade edebiliriz. Kadını erkekle eşit kılmamak ve özgürlüğünden yoksun bırakmak saplantısı, kadının hayatını söndürme şeklinde sonu gelmeyen bir şiddet ve intikam sarmalının oluşmasına neden olmaktadır. Erkek, şiddet yoluyla kadın üzerinde kurdğu iktidarını sürdüreceğini vehmetmektedir. Kadını kontrol etme saplantısını ve sapkınlığından özgürleşmeddikçe, kadına karşı şiddetin devam edeceğini söyleyebiliriz.