Kadın olmak!
Ailelerimizin mimarı ve koruyucusu olan anne, aynı zaman da toplumun da demir taşıdır. Annenin esir olduğu aile de toplum da yıkılmaya mahku00fbmdur.
İlk insanın yaratılışı ve akabinde gelişen olaylar; açık ve net olarak anlatılmışken anlayışları bozmak isteyen şeytan ruhlu insanlar her zaman saptırmışlardır.
İsrailiyat denilip yapılan bütün yanlış anlaşmalar, ne kadar da geçmişe atfedilip doğru değil söylense de, beyinlere kazılan olgular ve alışkanlıklardan asla vaz geçilmemiştir.
Kadın için; bir yandan Hz. Adem'i cennetten kovulmasına sebep olan günaha teşvik eden olarak anlatılmış, bir yandan da "cennet annelerin ayakları altındadır" denilmiştir.
"Hz. Adem'in kaburgasından yaratıldığı" düşüncesi ile eksik olduğu düşüncesi, sevdiğine mektup yazar denilerek okuma-yazma öğretilmemesi de kadının diğer çıkmazıdır.
Fitne olarak görülmesi ile de hayatın dışına etmişti.
Devamlı söylenen söylemler insanın bilinçaltına yerleşmiş ve bu düşünceden dolayı negatif yönde etkilenmiştir.
Geçmiş zamanda kadın, bütün önyargı ve ön bilgilerden dolayı kendini gerçekten eksik görmüş, her zaman arkada kalarak bütün gelişmelerden de haberdar olamamıştır.
Her başına gelene razı ve mazlumluğa da aday olmuştur. Kız çocuklarını da o şekilde yetiştirmiş, hak ve hukuk konusunda eşit olmadıklarını da düşünmüştür.
Diğer yandan da; dünyanın global bir köy olup, batıda yaşanan bütün olguların evlerin içinde olması, köyleri bile değiştirmiş, şehirleşmenin getirdiği bütün gelişmelerle de, "eski çamlar bardak oldu" dedirtmiştir.
Yaşadığı onca haksızlıklara "dur" diyecek gücünün olmaması, kadını bir çıkmazdan diğer çıkmaza itmiştir.
Son 100 yıl içinde kadın, tekniğin ilerlemesi, sanayi devriminin oluşması ve kadının da işçi olarak çalışmasının akabinde kadına yeni bir rol biçilmiştir.
Kadın bu role tam uyum sağlamıştır. Lakin erkek rolünü, tam olarak anlayamamıştır.
Evinin geçiminden sorumlu olması gereken baba, para kazanan eşi karşısında gücünü kaybetmiştir.
Evin reisi olan erkeğin rolünün yeniden tanımlanması, cesaretlendirilmesi, kimlik kaybına uğramaması ve kadınlaşmaması gerekmektedir.
Güçlü bir baba, çocuk eğitiminde en önemli etkenlerden biridir. Halbuki Darwin Teorisinde "Güçlü olan kazanır" denilmiştir.
Gücünü eşi karşısında yitiren baba, kadının çalışma hayatında aktif olması ile ekonomik olarak da gücünü yitirmiştir.
Güçlü olanın kazanması teorisindeki asıl hedef, sömürü kolonilerine yenilerini eklemektir.
Sömürü yapan ülkeler için bu teori, büyük önem arz edecek, yaptıkları zulme alt yapı oluşturacaktır.
Sanayi devrimi ile evinde kocalarının getirdiklerine razı olmayan kadınları, "ekonomik olarak kazanırsan hür kadın olacaksın" düşüncesi ile çalışma hayatına işçi yapacaktır.
Güçlü olarak çalışması, ailesinden uzaklaşması ise güçlülüğünün ispatı olarak sunulacaktır.
Ezilen ve haklarını alamayan kadın, gücünü kariyer ile elde ederek, erkeği karşısında gücünü ispat edecek ve kendisine yapılan haksızlıklara dur diyecektir.
Böylelikle feminizm hareketinin doğmasına sebep olunmuştur. Batının bize ısrarla sunduğu bu akımın içinde aktif olunmuştur.
"Erkeklerden daha güçlüyüm, aynı işi ben de yapabilirim" fikri oluşmuş ve sonunda ezilen yine kadın olmuştur.
Gecenin geç veya sabahın erken saatlerinde otobüsler beklemek için yollarda, stresli hayatın içinde koşturmacada, çocuklarını kreşlere vermekte, lüks hayat yaşamak için anı yaşayamamaktadır.
Sabah çıktıkları evlerine, gece geç saatler de girmekte, çocuklarının büyümelerine, ilk sözlerine, ilk adımlarına şahit olamamakta ve evlerini sahipsiz bırakmaktadır.
Çocuklar cahil insanların elinde, nasıl eğitildiği bilinmeden büyütülmektedir. Çocuklarımız için çalışıyorken, karşımıza "bizim için ne yaptın ki" diyen kocaman evlatlar oluşmaktadır.
Yapılan hatanın telafisi maalesef mümkün değildir!
Zaman içinde çocuklarımız da büyümüş, sorumluluk almaktan kaçar olmuş, evlenmeyi hep ertelemiş ve gücünü de anne ve babalarını "huzur evlerine" bırakarak gösterir olmuştur.