Dolar (USD)
35.22
Euro (EUR)
36.73
Gram Altın
2963.06
BIST 100
9679.78
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

KADERİNİ HALK SAHİPLENSİN

Kant'ın "Aydınlanma Nedir?" sorusuna verdiği cevapta, öne çıkan belirgin öge, insanın erginlik haline ulaşması ve bundan sonra içinde bulunduğu olumsuzluktan kurtulmak için kendi imkan ve enstrümanlarını kullanmasıdır. Kant'ın bu tanımı, insanın sürekli bir ergin olmayış durumuna itirazdır. Tabii ki, verili bir dünyada insanın yetersizliğinin, vahiy ile tamamlanması söz konusudur ve bu bağlamda Kant'ın yaklaşımları eleştiriye tabi tutulur.

Fakat onun "ergin olmayış durumu" diye tespit ettiği sorunun, yukarıda tanımlanandan mahiyetçe farklı durumlarda bir problem olarak sürekli ortada durduğunu söyleyebiliriz. Bu bağlamda halkın kaderini sahiplenme anlamında bir ergenliğe ulaşamadığını farklı semptomlar üzerinden izleyebilmekteyiz. Nitekim, sorumluluklarını ve kaderini sahiplenmediğini; siyasi, kültürel, toplumsal gelişmeler ve uygulamalar karşısında kendi sorumluluklarını iktidara ya da kurumsallaşmış muhalefete devreden kitleler, meşru politize olma kanallarının içinde yer almamaktadırlar.

Ergin olamayış durumu özellikle yönetim (her düzeydeki yönetimler) ile halk arasındaki ilişkide iki boyutlu olarak söz konusudur. Bir yandan yönetimler, insanları kendi başına bırakırsan ya davulcuya ya da zurnacıya gider mantığıyla, çoğunlukla yeterli görmemişlerdir. Bu, dikte ile güdülen bir halk algısının yaratılmasında ciddi oranda pay sahibi olmuştur. Tamam, geniş kitleler, büyük oranda gündelik yaşamı ile ilgilidirler. Ancak sağlıklı bir değişim ancak kitlelerin belirli oranda kaderlerine sahip çıkmasıyla mümkündür.

İstanbul metrosundan bir örnek vereceğim. Bilindiği gibi şu anda Aksaray'dan iki yöne doğru metro hattı vardır. Birincisi, Havaalanı istikametine, ikincisi de, Kirazlı ve Başakşehir istikametine. Her iki trenin de Aksaray'dan Otogar'a kadar yolları ortak. Trende, başta otogar istasyonu olmak üzere trenin nereye gideceği o kadar sık anons ediliyor ki, kanaatimce insanlara anlaması kıt muamelesi yapılıyor. Fakat daha da önemlisi buradan ortaya çıkan sonuçtur ki, insanlar sürekli korunması gereken ergen olmamış kişiler olarak düşünülüyor. Londra metrosu toplam 13 hatta sahiptir ve bu tür anonslar yapılmaz. Bırakın, insanlar gerekirse yanlış trene de binsinler ama sorarak, okuyarak, etrafına bakarak kendi kendilerine öğrenebilsinler.

Şimdi buradan siyaset ve halk ilişkisinin daha aktüel boyutuna gelelim. Halk da, nasıl olsa iktidarı seçtik. "Başımızda her şeyi yürüten bir iktidar var" mantığıyla hareket ederek, eğitimden siyasete gündelik hayatta ne kadar takip etmesi ve sorumluluk üstlenmesi gereken şeyler varsa, onları kendi üzerinden atmaktadır. Onlar "eğitimle okul ilgilenmelidir" diye düşünürler ama insanlar eğitimin kendisine düşen payıyla ilgilenmedikleri gibi (ki bu pay çok yüksektir) okulu da takip etmezler. Siyasetin içinde çoğunlukla bir "taraftar" olarak bulunurlar. Bu taraftarlık, bir takip ve sorumluluk üstlenme boyutuna bir türlü yükselemez. Onun için bakıyorsunuz, her ideolojik düşüncenin ya da siyasal yönelimin "fun"ları oluşmuş. Haliyle bunun doğal sonucu, aklın, akl-ı selim düşüncenin duygulara diz çöktürülmesi şeklinde gerçekleşiyor.

Bunların iki türlü sonucunu görmek mümkün. Birincisi, paternalist bir devlet anlayışı yaygınlaşıyor ve dolayısıyla ilke bağımlı değil kişi bağımlı, rastgeleci, kabileci bir mantık topluma olabildiğince şekil veriyor açıkçası. Bu da, ilke bağlılığı ve ilke bağımlı insanları mutsuz ve rahatsız ediyor. İkincisi ise, sürekli mesiyanik inançları besliyor. Allah tarafından özel görevlendirilmiş birilerinin toplumu karanlıktan kurtaracağı beklentisi yaygınlaşıyor ve ardından gelen yöneticilere de bu gözle bakılıyor. Dolayısıyla kısır döngü buradan başlayarak kendisini tekrar ediyor.

Bütün düşünce, görüş ve siyasetlerin her yaptıklarını ve söylediklerini (sevsek ve hatta aidiyetimiz olsa bile) onaylamak gerekmiyor. İşte bunun becerildiği noktada, hem herkes kendi kaderine sahip çıkmış olacak hem de akl-ı selim galip gelecektir.